Sen


Sen...
Kiminin dünyasında bir figüran kiminin hayatında ise sadece konuk oyuncusun. Gerçi hepimiz burda misafiriz ama...
Hayat denen bu koca sahnede sana bir görev verilmiş. O da kendi senaryonu yazman. Ister kendini başrol yap ister sevipte sevilmedigin sevgilini istersen anneni-babanı yada çoğumuzun yaptığı gibi elalemi başrol yap. Senarist de sensin yönetmen de yapımcı da...
O yüzden kendini sev, sevmeyeni de sev ama kendini kullandırtma. Unutma bu dünya sadece senin. Başkasının değil dedim ya yönetmen de sensin senarist de.
Kimse seni sen kadar iyi anlayamaz çünkü kimse sen değil. Ayrıca bu kimsenin suçu da değil. Çünkü herkes kendi aleminde yaşıyor. Hepimiz tam anlamıyla birer egoistiz. Biraz abarttığımı ve bazılarına haksızlık ettiğimi düşünebilirsin. İstediğini düşün ama tam olarak öyleyiz. Şöyle düşün bir anne çocuğunu sever değil mi? Bu da sorumu tabiki sever ama işin derinine inersek durum hiç de öyle değildir. Çünkü bir anne çocuğunu 9 ay karnında taşır onun sancılarına katlanır, arasıra kendisinden tekme de yer yine de gıkı çıkmaz. Çünkü annedir o. 9 ayın sonunda çocuk dünyaya gelir ve anne rahatlar ama asıl sancılı süreç bundan sonra başlar. Baba bu süre zarfında hiçbir şey yapmaz gerçi yapacak bir şeyi de yoktur ya neyse.
.
Konumuza dönecek olursak anne çocuğunu neden sever? Bu soruyu kime sorarsanız aşağı yukarı aynı cevabı alırsınız: Anne o. Anne sever anne katlanır anne sabreder. Fakat bunların hiçbiriyle alakası yoktur. Başta da dediğim gibi herkes sadece kendini sever. Böyle de olmak zorunda yaşamak için. Peki bu anneler için nasıl geçerli olabiliyor çünkü bir anne çocuğu için gerekirse kendini feda edebiliyor. Hatta insanı bırakalım hayvanlarda da aynı durum söz konusu. Peki nasıl olur da anne egoist olabiliyor. Anne çocuğuna hamile kaldığı günden beri başta da saydığım sebeplerden dolayı yani tekmeleme olsun sancılar olsun bu eziyetler sonucunda dünyaya yeni bir canlı meydana getirmiştir. Onun sayesinde o canlı doğmuştur. O canlı onun parçasıdır ve eziyetlerin bir ödülüdür âdeta hattâ bir araştırmaya göre doğumdan hemen sonra anne çocuğunu kucağına aldığında sanki bir maça çıkmış da kupayı kazanmış gibi bir sevinçle alır kucağına ve biz de buna annelik duygusu deriz. Işin tuhaf yanı  çocuğu babanın kucağına verince babaların %90’lık kısmı hiçbir şey hissetmediğini söylemiştir. Çünkü baba başta söylediğimiz eziyetlerin hiçbirini çekmemiştir. Bu yüzdendir ki anneler de bu işin içinde. Peki leyla ile mecnun veya kerem ile aslı ya da mem u zin gibi efsane aşklar da mı öyle. Ne de olsa mecnun leylası için çöllere düşmüş kerem aslısı için dağları delmiş. Bu kendisinden başkasını sevmeye delil olmaz mı sonuçta kim başkası için böyle davranışlarda bulunur ki.  Bu olaya şöyle basit bir örnek ile cevap vermek istiyorum. Şöyle düşünelim Ali diye biri Ayşeyi seviyor ayşe de aliyi seviyor olsun ve bunlar beraber mutlu olsun aradan birkaç yıl geçtikten sonra  ayşe bir gün ali ben senden sıkıldım artık seni sevmiyorum ben artık ahmeti seviyorum desin ali ne yapar bu durumda ya da ne yapmalı veya ali'nin yerinde siz olsaydınız ne yapardınız. Ben kendi fikrimi söyleyeyim ya benimsin ya da kara toprağın demezdim ama içten içe kızardım kendisine sonuçta bu durumda yapılacak çok fazla bir şey de yok sanırım. Ama eğer insan sadece kendini sevmeseydi bu duruma mutlu olması gerekirdi. Çünkü sevdiği kişinin mutluluğu başkasında bulması sorun değil sadece o orda mutlu mu değil mi mutluysa sorun olmamalı
Çünkü sadece kendini düşünen biri bundan hoşnut olmaz sevdiği kişi başkasını seviyordur bu ona dayanılmaz gelir hatta bu yüzden ya benimsin ya da kara toprağın gibi olaylar meydana gelmektedir. Kısacası sadece kendimizi seviyoruz...

yalnızlık


Yalnızlık...
"yalnızlık, müziğin bile seni dinlemesidir." 
der özdemirasaf 
İnsan bazen yalnız olmak ister tabi benim gibiyseniz bu istek sizde baya yoğun demektir. Yalnızlık Allah’a mı mahsustur gerçekten yoksa bu işte bir terslik mı var. Terslik var diyorum çünkü ne kadar başarılı bilim adamı yada filozof varsa hepsi de yalnızdılar. Peygamberlere bile peygamberlik yalnızken verilmedi mi? Evet insan sosyal bir varlıktır bunu en iyi benim gibi asosyal kişiler anlar. Asosyal olduğumu kabul ediyorum ama bu çoğu zaman bana ödül gibi geliyor. Sizi seven biri yok, sizden nefret eden biri yok (varsa da asosyalliğiniz tüm bunların gösterilmesine engel olduğu için bir şey fark etmiyor) sadece siz ve siz. Bu bazen sıkıcı olsa da çoğu zaman güzel geliyor. Yalnızlığı kötülememek lazım sonuçta insan bu gelişimini yalnız olmaya borçlu. İnsanoğlu başta yalnız yaşıyordu düşünme becerileri geliştikçe toplumsal olarak daha güçlü olunabileceğini ve daha az çabayla daha çok yiyecek içecek vs. bulabileceğini öğrendi tabi bunları da kendi kendine sorduğu sorular sayesinde bulabildi. Çünkü soru sorabilmek daha doğrusu doğru soruyu sorabilmek çok önemli. Mesela telefon icat edilmeden önce mucidin kafasında acaba insanlara uzaktan sesimi duyurabilir miyim gibi sorular geçmiştir mutlaka ve sorular böyle ilerleye ilerleye çoğaldı mucit de bunlara cevap buldukça telefonun icadı mümkün oldu. O yüzden yalnızlığı küçümsememek lazım sonuçta telefon gibi diğer kullandığımız aletler de yalnız kişiler tarafından bulundu.

Yalnızlık...
Birine ödül, diğerine ceza.
Bazen insanlar yalnız kalmak isterler, tabii ki benim gibiyseniz, bu arzu sizin için çok güçlüdür. Yalnızlık gerçekten Allah için mi yoksa bir sorun mu var? Ne kadar başarılı bilim insanı ve filozofun yalnız olduğu önemli değil, bu yüzden bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyorlar. Peygamber yalnızken bir Peygamber bile kabul etmedi mi? Evet, insanlar sosyal yaratıklardır. Bunu en iyi benim gibi sosyopatlar anlar. Elbette, antisosyal, ama çoğu zaman bana bir bonus gibi geliyor. Kimse sizi sevmiyor veya nefret etmiyor (asosyal doğanız her şeyi göstermenizi engellediği için seviyor olmanızın bir önemi yok), sadece siz ve siz. Sıkıcı olabilir, ama çoğu zaman sorun değil. Suçlu yalnızlık değil sonuçta bu gelişmeyi sadece kendisine borçluyuz. İlk başta insanlar kendi başlarına yaşıyorlardı, ancak düşünme becerileri gelişti, daha az çabayla sosyal olarak güçlendiler ve yiyecek ve içeceklerin arttığını fark ettiler. Doğal olarak, kendisine sorduğu sorular sayesinde onları bulabileceğini biliyordu. Doğru soruları sorabilmek veya sorabilmek çok önemlidir. Örneğin telefonun icadından önce insanlar uzaktan konuşmanın mümkün olup olmadığını merak ediyorlardı ve cevaplar bulunduğunda soru sayısı arttı ve telefonun icadına izin verdi. Bu yüzden telefon gibi kullandığımız diğer tüm cihazların yalnız insanlar tarafından keşfedilmesinden sonra yalnızlık hafife alınmamalıdır.

Hava karardığında paltomu çıkarır, televizyona koşar, bilgisayara koşar ve ne zaman yalnızlığımı gidersem, sevgisini ifade etmek için umutsuzca konuşacak birini ararım. Konuşabilen, nefes alabilen, gülebilen, duygularını paylaşabilen, öfkesini ifade edebilen, birini dinleyip duyabilen biri... Yalnızlık zor... Orhan Veli Dediği gibi:
Yalnız yaşamayanlar için değil. Biliyorum:
Sessizlik insanlara nasıl bir korku getirir?
kişi kendi kendine nasıl konuşur?
Aynaya koştuğunda
ruhunun arzusu.
Bilmiyorlar.
Yalnızlık niceliksel değil niteliksel bir sorundur. Başka bir deyişle, mesele sahiplerin sayısı veya ilişkilerin sıklığı değildir. Mevcut ilişkileri olan bireylerin doyum düzeyleri ve mutluluk düzeyleri.
Yalnızlık öznel bir deneyimdir. Birçok insan yalnızlık yaşar ama herkes yalnızlık yaşar. Yalnızlığınızı paylaşabilirseniz, yalnızlık yoktur. "Yalnızlık" ve yalnızlık terimleri birbirinin yerine kullanılmıştır. Aslında yalnızlık ve yalnızlık iki farklı kavramdır. Olumsuz ve nahoş bir yalnızlık deneyimi yaşayın. Yalnızlık, yaratıcılığı tetikleyen ve serbest bırakan bir durum olabilir, ancak doğası gereği istenmeyen ve hoş olmayan bir durumdur. Yalnız olmak, bireyin iradesine bağlıdır. Bireyler yalnız olmaktan mutlu olabilir. Ayrıca, yalnızken kendini yalnız hissetmeyebilir, ancak birey başkalarıyla birlikteyken de yalnız hissedebilir.
Psikolojik sorunlarla yalnızlık arasında çok yüksek bir ilişki vardı. Özellikle depresyon ile yalnızlık arasında pozitif bir ilişki vardır. Bireyin depresyon düzeyi arttıkça yalnızlığı da artmaktadır. Yalnızlık arttıkça depresyon düzeyi de arttı. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, birinin diğerine neden olması değil, aralarındaki ilişkinin yüksekliğidir.
Her disiplinden insan yalnızlık yaşayabilir, ancak kişisel yaşam ve eğitim yalnızlığı yaşamada etkili faktörlerdir
.
İnsanlar neden yalnız hisseder?
Her şeyden önce, kişisel farkındalık onun yalnızlık duygusunun önemli bir unsurudur. Başka bir deyişle, yalnızlık yaşayanların kendileri hakkında olumsuz inançları vardır ve benlik saygısı düşüktür. Diğer
kişi ise başkalarıyla ilişkiler açısından kendilerini yetersiz görmekte, sosyal faaliyetler konusunda kendilerini olumsuz görmekte ve sosyal çekicilik açısından yetersiz görmektedir. Bu nedenle iletişim kurmaktan korkarlar.
Kendini başkalarına açıklama konusunda kendinden emin değil ve onu tehlikeli ve kararsız olarak görüyor. Kısacası, kendisi ve diğerleri arasında bir köprüden çok bir duvar örer. Yalnızlık yaşayan
kişi, temas kurdukları diğer insanlara güvenebileceklerinin farkında değillerdi ve
'si kendilerini böyle gördüğünü iddia etti. Yalnızlık yaşayan bir birey, kişilerarası başarısızlığı kendisine yönlendirir, ancak başarılı olduğu durumu kabul etmez ve durumu
başka bireye atfeder.
. Bilişsel Terapi Modeli
,
'de başarılı bir tedavi modeli olarak yalnızlığı ortadan kaldırmak için etkili bir yaklaşımdı ve bireyin kendisi ve başkaları hakkındaki olumsuz ve işlevsiz inançlarını işlevsel inançlarla değiştirdi. ..
Yalnızlık yaşayan çoğu insan kendi başına baş etmeye çalışır. Bazıları bununla başarılı oldu, ancak yaklaşık
kişi uzman yardımı olmadan iyileşmek için mücadele edebilir.
Yalnızlık yaşayan kişi, durumundan memnun değildir, ancak kendine güvenmez ve yalnız görünmek istemez, bu yüzden utangaç davranır ve yalnızlığı kırmaya çalışır. Ve çevredeki fakirler. Yalnızlıktan kurtulmak için bireyin öncelikle tek başına ya da bir profesyonel yardımıyla iletişim becerilerini geliştirecek bir faaliyette bulunması gerekir.
Yalnızlığın üstesinden gelmek için gerçek ve gerçek bir sosyal destek şarttır. Ancak,
'ye yakın insanlardan bunu istemek zordur. Dolayısıyla, "insanları mutlu etmek mutluluktur"
öncülünde, bir miktar geri dönüşün ardından, karşılık beklemeden başkalarıyla ilişki kurma ve geliştirme rolünü oynar. dostluklar ve ilişkiler. Tüm bunları yaparken bir gülümseme asla gözden kaçmamalı. Yalnızlık birçok şiire, edebiyata, sanata ve psikolojiye konu olmuştur. İnsanlar hayatlarına devam etmek için sürekli olarak
kişinin yorumlarına, seslerine, sevgisine, ilgisine ve ilgisine ihtiyaç duyarlar.
öz farkındalık ve kimlik; tanımlar, diğer tanımlarla karşılaştırılarak oluşturulur.
'nin yalnızlığı bir duygudur ve
ile bu kalabalıklar arasındaki etkileşim etrafındaki kalabalığı değil o duyguyu değiştirmiştir. Etrafımızda ne kadar insan olursa olsun, yerleşik etkileşimler yalnızlık hissine neden olur. Duygusal yalnızlığı seven insanlar. Ne kadar insan olursa olsun, ben hep yalnızım. Zamanınızı hoş karşılanan, günlük sohbet eden ve yüzeysel ilişkiler kuran herkesle paylaşabilirsiniz. Ancak yalnız hissetmek için iyi bir ilişki, daha derin kişisel duyguları ve paylaşımı içeren bir ilişkidir. Unutulmamalıdır ki mevcut durumda kalabalıkta kendini yalnız hisseden çok fazla insan var. Kişisel alana duyulan ihtiyaç ve yalnız zaman geçirmek, iyileştirebilen, besleyebilen ve iyilik yapabilen yalnızlık seçenekleridir. Etrafta kalabalık olduğunda yalnız hissetmek daha rahatsız edici olabilir.
Farklı şekillerde psikolojik dayanıklılık gerektiren
Değişkeni, belirli koşullar altında başkalarının yokluğu nedeniyle fiziksel olarak yalnız kalan bireyde ifade edilen yalnızlık karşısında ortaya çıkmaktadır. Uzun süre yalnız kalan insanlar, çevrelerinden yeterince ilgi, sevgi ve değer görmedikleri ve ilişki kurmaları zor olduğu için bir süre sonra kötüleşebilirler. derin.
gerçeklik algısını sallıyor. Çünkü diğer insanların yorumları, insanların gerçeklikle olan bağlantısını güçlendirir. Fiziksel olarak yalnız olmak ve zihinsel olarak yalnız hissetmek ruh sağlığını olumsuz etkiler. Bu durumlarda umutsuzluk, korku, kaygı, güçsüzlük ve uyuşukluk gibi duygular bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Her bireyin yaşam algısı ve duygusal dayanıklılığı bireysel olduğu için kronik yalnızlığın olumsuz etkilerine verdikleri tepkiler de farklılık göstermektedir.
Fiziksel yalnızlığın her zaman duygusal yalnızlığa yol açmadığını hatırlamak önemlidir. Derin ilişkileri içeren fiziksel yalnızlıkta insanlar, ilişkilerden umudunu kaybetmeden fiziksel yalnızlıkla baş edebilirler.
Yalnızlıkla yakın ilişki. Her ikisi de erkekler için

sabır



Sabır...

benim  beceremediğim şey. 

bazı şeyler için sabrım kalmadı. kimileri bunu ukalalık olarak görebilir ama öyle değil. tam tersine artık öyle bir noktaya geldim ki beni üzen ve yıpratan şeyler ile  vaktimi artık harcamak istemiyorum.  laf sokmalara, haddini aşan eleştiri yağmuruna, sadece talepler ve istekler için aranmaya artık sabrım kalmadı. beni sevmeyeni sevmeye, bana saygısı  olmayana saygı duymaya yönelik isteğimi kaybettim artık. gözlerimin içine baka baka yalan söyleyen ve isteklerini benim üzerimden gerçekleştirmek isteyen insanlara 1 saniyemi bile harcamak istemiyorum. çok bilmiş tavırlara, bilgelik ukalalıklarına tahammül edemiyorum. aynı şekilde sohbet ediyoruz kılıfı içinde yakın arkadaşlarının dedikodusunu yapan iki yüzlü şahsiyetlerden tiksiniyorum. kıyaslamalardan ve zıtlıklarla alay edilmesinden nefret ediyorum. çünkü ben zıtlıkların olduğu bir yer istiyorum. siyah en çok beyazın olduğu yerde kendini belli eder. arkadaşlıklar arasındaki sadakatsizlikten ve ihanetten utanıyorum. maddi çıkarlar için devletteki görevini kötüye kullanan görevliden, politikacı ve bürokratlar gibi siyasal karar alma mekanizmaları içinde yer alan aktörlerin özel çıkar sağlama amacıyla hukuki, dini ve kültürel normları ihlal eden işlere karışmasından,


Toplum içindeki eşitliği zedeleyebilecek gelenek anlayışından ve bu yüzden  kişilerin kendini ifade edemeyişinden sıkıldım. Bu durumun o toplumda  huzursuz bir ortam yozlaşma ve çatışma ortamı oluşturabileceği gerçeğinden bıktım. O yüzden ne kadar sinirlensem de öfkeme hakim olmaya çalışmalıyım. Doğayla bütünleşmeliyim ki bu yapmacık olaylar beni yıpratsmasın. Bruce lee' nin deyimiyle su gibi olmalıyım şu dünyada. ne demek istiyorum hemen açıklayayım. biz doğayla mücadele edemeyiz etmeye kalksak da sonumuz hüsran olur. (bkz. tsunami)

fakat doğanın bize öğrettiklerini uygulayabiliriz. nasıl mı? 

su demiştim değil mi. su nereye gideceğini çok iyi bilir. karşısına bir taş veya kaya mı çıktı taşıyabileceği kadar hafifse beraberinde götürür, değilse de taşla veya kayayla mücadeleye girişmez. ne yapar? etrafından dolanır ve yoluna devam eder. diyelim ki etrafından dolaşamayacak bir engelle karşılaştı o zaman da birikir birikir ve üzerinden akar aynı zamanda da damlaya damlaya delmeye başlar. sonunda da kayayı parçalar ve yine yoluna devam eder. işte hayatta insan da su gibi olmalı.



Yemek


Yemek yemek mi bir sanat yoksa yapmak mı?
Yemek hepimizin bir ihtiyacıdır ama yemek yapmanın da yemenin de sanat oluşu kişiden kişiye değişebilen bir şey. Mesela bir şef ile bir öğrencinin yemek yapması yemek yapmaya girer ama ikisi de sanata girer mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü kendimden biliyorum öğrenci olam herkesin başına gelmiştir. En kolay yapılan yemeklerden biri olduğu için genellikle hatta çoğunlukla spagetti yapardım.
 Yaptığın makarnalara ilk zamanlar bırakın sanat demeyi yemek bile diyemezdiniz o kadar kötüydü yani ama şimdi yaptığım makarnaları bir görün insanın bakarken bile karnı doyuyor. Tamam biraz abartmış olabilirim ama hem görüntüsü açısından gözünüzü doyurur hem de lezzet açısından karnınızı. Yani söylemek istediğim yemek yapmak bir sanattır ve yemek de. Bu işin sanatçıları anneler aşçılar ve bizim gibi gurmelerdir :)

fikir


Fikir soyut bir kavramdır.
Kimileri fikri düşünmekle karıştırır ama ikisi de yakın olsalar da farklılar birbirinden.
Bu karıştırma olayı bazı dillerden de kaynaklanıyor olabilir. Azericede olsa gerek(tam hatırlayamadım) fikirleşmek diye bir kavram vardır düşünmek manasında kullanılır. Fikir aniden gelebilen bir şeydir ve çoğu zamanda gelmez aklımıza ama düşünce her saniye vardır. Bu gerek sevdiğimiz biri olsun gerek izlediğimiz bir film olsun gerekse alakasız saçma sapan şeyler olsun yine de vardır aklımızda böyle düşünceler. Çünkü beynimiz eğer yaşıyorsa düşünce üretmek zorundadır. Onun görevi budur çünkü. Fikir ile düşünceyi o kadar da ayırmamak lazım çünkü ikisinin bağlı olduğu bazı konular var. Mesela buna en güzel örneğin icatlar olduğunu düşünüyorum. Örneğin elektriği ele alalım. Elektriği kim bulmuştu: Nikola Tesla. Çoğu kişinin ampulün mucidi olarak tanınan Edison’u elektriği buldu sanır ama elektriği Tesla bulmuştur. Gerçi ampul da onun icadıdır ama Edison’un kurnazlığı dolayısıyla herkes onun icadı olarak biliyor. Neyse Edison’un sahtekârlıklarıyla uğraşırsak bu yazının sonu gelmez. Konumuza dönecek olursak Tesla elektriği şıp diye bulmadı veya ona bu bilgi vahiyle gelmedi önce çokça düşündü deneyler yaptı çalışmalarda bulundu ve en sonunda buldu elektriği kendisine de bu fırsatla teşekkür ediyoruz. Yani demem o ki fikir ile düşünce aynı şeyler olmasa bile iç içe geçirilebilen kavramlardır. 
Peki bunun sonucunda Ne elde ettik. Bir yanda "insan elleri" ile karışmış koca bir şehir, öte yanda varlığını tüm iliklerine kadar hissettiren gökyüzü. .. Hepimiz için ne diyorlar veya ne anlama geliyorlar? Sermayemiz avucumun içinde "Bir fikrim var". 
dağlarındaki yalnızlık korkusunun ötesinde, ikna edici bir duyusal durum zihnime meydan okudu. Doğada tek başına mücadele eden maceracıların belgeselindeki basit ifadelerin "güç ve uyum" üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. "Güçlüysen ve doğayla uyum içindeysen hayatta kalabilirsin. Yani hayatta kalmak insanlar için yeterli bir beceri mi? Barbarlığı özgürlüğe mi tercih edersin? Vahşi doğada mısın? Evet İnsan olmak ne demektir? 

insan ve doğa kavramıyla ilgili olarak, hemen "egemenlik"ten söz etmeye başlarız. İnsan doğası, doğa doğası, insanın doğaya göre durumu, doğanın insana göre kaderi, insanın doğaya göre durumu vb. Ama biz her zaman geriye bakar ve hükümdarı selamlarız! Güç testinin zirvesinde yaşıyoruz ve kimin en güçlü olduğu. 
"Eh, mesele ne? İnsanların doğayı görmezden geldiği ve gerçeğe baktığı birkaç sahneden biri. Peki elimizde ne var ve orijinali nasıl elde edeceğiz? Ne yapmalısınız? 
Benim anlayışım, iki insan kavramında yatıyor. ilerleme, tecrübe ve kazanç, "Kemal" ve "Semal" Konsantre oldum 
İnsan ruhunun mükemmelliği ve güzelliği. George Orwell'in "Hayvan Çiftliği" kısa sürede çizgi film ve animasyon filmi olarak hayal gücüme girdi. Etçil hayvanların içinden birisi çıkıp: Neyin var? "dedi. Sanki her şey bir anda donmuş gibiydi. Her şey durmuştu. Herkes bir süre bir noktaya odaklanır. Bizim sorunumuz ne? Bundan sonra ne olacağını zaten biliyorsunuz, mantığın gücü ve kentleşme eğilimi… kimisi için iyi, kimisi için kötü. 

Aslında insanlar doğayla etkileşimi bırakıp şehre giderler. 
şehir; özgürlük üssü, medeniyet merkezi, medeniyet serüveni. Birlikte yaşama arzusu olan bir girişim. Bir milletin şanı. İnsan ruhunun mükemmelliği ve güzelliğidir. Ve yine, köleliğin temeli, ilkelciliğin kalbi, barbar macera. Tekebbur'un girişimi. Ulusal utanç. Başka bir deyişle, insan ruhunun günahı ve laneti. 
İlginç bir şekilde, iki farklı ekstrem şarkı arasında çıplak gözle gördüğünüzle örtüşen hiçbir şey doğada yok! 
İnsan bilgeliği, uygun olduğunda canlılarda en yüksek, uygun olduğunda canlılarda en düşüktür. Aynı ahlaki çizginin şehrimizdeki izdüşümüne tekabül etmektedir. Bu ölçeğin ötesinde şehrin seviyesi. Özgürlük etrafında doğadan ayrılmamız bu sapma ile orantılıdır. Çünkü insan bilgeliğini ekosistemden değil, kurduğu şehirden alır. 
şehir; düzenin, aynanın ve zihnimizin inşasıdır. Bu yapıda, kemal ve güzellik ruhunun en yüksek dayanaklarından biri "doğruluk"tur. Adalet sadece insanların hayatta kalmasıyla ilgili değildir. Bu anlamda adalet, hukuki bir terim değil, (yaşayan) bir hukuk biçimidir. Bu kategorideki en önemli soru adaletin tanımı ve adalet ile hedeflediğimiz arasındaki ilişkiyi analiz edebilme becerisidir. 
metafiziğinden yola çıkarak "Tanrı'yı ​​şehre çağırmak" mottosunu gerçekliğiyle şehrimize örmeliyiz. "Aşkın yaratıcılar" ile ilişkiler, doğada yıldızları, çiçekleri ve böcekleri görür. Kent politikası, iş, aile, ulaşım, altyapı, mimari, üst yapılar, mahalleler, okullar, mimari ve kültür gibi insanlarla temas eden tüm faktörler dikkate alınarak “aşkın bir yönetici” de oluşturulmalıdır. 
Şehrimizi "yaşamak" ve insanlığımızı korumak istiyorsak, tüm ilişkilerimize evrenin doğasında saklı olan Tanrı'nın adaletini katmalıyız. Gecenin Rabbinin lezzetini şehrimizde tadabileceğiz. İnsanlık çemberinde gece ve gündüzü doğru bir şekilde ölçmeye devam edebileceğiz. 
Bu hakla adaleti yerine getirirsek, "Bir millet küfürle vardır, ama zulmeden vardır" sözünü anlayabiliriz. Ayrıca şehrimizde insan gücünün en olgun ve güzel biçimlerini etkileyebilir. Güzelliği mükemmel görebiliriz Güzelliği mükemmel görebiliriz


aşk


Kendini bulmaktır.
Daha doğrusu kendini başkasında bulmaktır. Doğru ya kendimizden başkasını sevemeyeceğimize göre bu gayet normal bir şey olmaz mı? Bu bencillik mi bilmiyorum ama şunu çok iyi biliyorum ki insan kendinden başkasına aşık olamaz neden mi? Şöyle söyleyeyim bir yerde okumuştum bir kıza veya erkeğe aşıksın diyelim o kız veya erkek yarın yanına geldi ve ben başkasını seviyorum dese ne yapardınız? Çoğumuz eminim ki karşı çıkardık. Hani aşk o mutluysa senin de mutlu olmandı. Hani onun mutluluğu için canını verenler... demek ki neymiş insan kendinden başkasını sevemezmiş. Tüm bildiğin sevgiler ve aşklar buna dahildir anne baba sevgisi evlat sevgisi aşk Allah aşkı hepsi de külliyen insanın kendine karşı duyduğu aşk sonucunda oluşturulmuş kavramlardır.
Aşk hakkında birçok soru var ... aşk gerçekten biyolojik bir fenomen mi yoksa bilinmeyen büyülü bir his mi? 
'de mi bitecek yoksa Felhat'ın Şirin'e olan aşkı kadar ölümsüz mü? Neden seviyorsun ve neden sevmiyorsun Aşk iyi mi yoksa acı mı ve kaçınılmalı mı? Uzaktan sevmek mümkün mü? platonik aşk ne demek? Peki AŞK 
tam olarak nedir? Aşkın tanımı kültüre ve kişiye göre değişir. Güçlü bir öfori olarak aşk, bir duygu olarak kabul edilebilir ve insanları davranış ve mizaç değişikliklerine yönlendirebilir. Aşk birçok farklı duyguyu içinde barındırır. Bağlanma, güven, saygı, sevgi gibi 
Yakın ve sevgi ilişkileri için her zaman "öteki"ne sahip olmak önemlidir. 
Aşk kavramı, edebiyat ve sanat başta olmak üzere sanatın tüm alanlarında uzun zamandan beri en çok kullanılan konulardan biri haline gelmiştir. Kaybolan bir sevgilinin yası, zengin bir adamla fakir bir kızın hikayesi, bir kadın için kurtarılan dünya ve 
diğerleri... 
Her insan aşka karşı yaklaşımında benzersizdir. Özeldir, bu yüzden fikrinize bağlıdır. Örneğin 
Moss ve Schwebel'e göre Freud'un aşkı seksin güzelliğidir. Harlow bunu bağlanma davranışı, Fromm ise şefkat, sorumluluk, saygı ve anlayış olarak tanımlamıştır. Maslow ise aşkı ikiye böler. Biri kaygıyla gelişen düşük düzeyli duygusal ihtiyaçları ifade eden "yetersiz aşk", ikincisi ise üst düzey duygusal ihtiyaçları, özellikle istekleri, kendini tatmini ve "aşık olma"yı içerir. farklı. Tenov ise aşkı, vücudun bilişsel işleyişini ve sevdiklerine karşı duyarlı tepkilerini kapatan geçici bir bağımlılık olarak tanımlar. 
Son olarak; Bilim dünyasının en temel sorularından biri. Aşk ister doğuştan gelen ister sosyal öğrenmeyle şekillenen olsun, her iki görüş de kabul edilir. Örneğin etnografik araştırmalara göre aşkta bireysel farklılıklar kültürel etkilerden daha önemlidir. Genetik araştırmalar romantizmde kalıtımın etkin bir rolü olduğunu, ancak 
romanının üslubuna düşmede genetiğin etkisinin olmadığını göstermektedir. 
Kısacası; Aşkla ilgili literatüre bakıldığında bu kavramın tanımında farklılık vardır çünkü aşk her insanda 
farklı anlam ifade eder. Bu nedenle aşk türleri sınıflandırılmıştır. Belirli bir duruma tepki vermek, insanlarla aynı duygu veya duygulara sahip olduğumuz anlamına gelmez. 
Biri için aşk ölümsüzdür, ama diğeri için sevgi ve saygıya yol açabilen sonlu bir sevgidir. Ayrıca sevginin tanımı yapılırken sevginin bileşenlerine ve her bir bileşenin diğer bileşenlerle olan ilişkisine de dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, aşkın gerçek bir tanımının olmadığını söyleyebiliriz. 
Aşk gitti mi? 
Aşk, anlamlı ve anlamsız kavramlar arasındaki sonsuz bir titreşimdir. Örneğin 
vardır, birleşik, ayrı, gündüz ile gece, ışık değerini karanlıktan alabilir. Bu bakış açısına göre aşk, sabit ve sürekli bir duygu değil, değişen bir duygudur. Değişebilir ve değişebilir. Azaltılabilir, arttırılabilir, yok edilebilir veya yoktan yaratılabilir. Bağlanma kavramına ilişkin en önemli teorilerden biri Bowlby'ye aittir. Bowlby farklı bir teorik yorum sunar, ancak Freud'un ilk bağlanma/sevgi ilişkisinin ömür boyu olduğu görüşüne katılır. Herkesin güçlü bir duygusal bağ kurması gerekir ve bağlanma kişinin psikososyal gelişimini etkiler. Çocuklar, fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının nasıl karşılandığına bağlı olarak temel bir güven veya endişe duygusu geliştirir. Bowlby, 
, bağlanma davranışının kişinin tüm yaşamını şekillendirdiğini de belirtir. Bağlanma teorisine göre gelişim süreklidir, bu nedenle ebeveynlerle olan erken ilişkiler gelecekteki ilişkileri şekillendirir. 
Bu açıdan şunu söyleyebiliriz: Bazıları ihtiyaçlarını sevdikleri aracılığıyla karşılamak ister, bazıları ise sonsuz güvenin bir parçası olarak hayatlarını birlikte geçirmeyi hayal eder. Bu kişinin ailesi ile yakın ilişkisi model 
'ye bağlıdır. Bu durumda sorumuzun cevabı şüphelidir. Bazı insanların sonsuz sevgisi vardır, bazıları ise onu bitirebilir. 
Aşk neden bu kadar farklı? 
Herkesin kendini ve hayatındaki önemli insanları nasıl gördüğüne dayalı bir zihinsel planı vardır. 
İnsanlar yeni ilişkiler kurduğunda, eski hatıralara ve deneyimlere dayanarak bu kalıplara göre hareket ederler. Bu önemli kişilerin bilişsel ve duygusal beklentileri ilişkiyi şekillendirir ve o kişinin benlik modeli 
tarafından kaç tane bağlanmanın kabul edilip reddedileceğini belirler. 
'de yapılan bir araştırma, çocuğun bağlanma örüntülerinin çocuğunun niteliğini, istikrarını ve memnuniyetini tahmin edebileceğini göstermektedir. yakın ilişkiler. Bağlanma teorisi çalışmaları, çocukluk sıcaklığı ve ebeveyn bakımının, yetişkinlerde güvenli bağlanma stillerinin gelişimi ile ve kararsız bağlanma ile ilişkili ebeveyn reddi ile ilişkili olduğunu göstermektedir. 
Ancak bu verilerin tutarsız olduğu iddia edilebilir. Diehl et al. 
, yetişkin bağlanma çalışmalarının çoğunun ergenlerde yapıldığını ve tüm yetişkinleri içermediğini savunuyor. Rasio et al. Bağlanma kalıplarının romantik aşkla ilgili olduğunu ve çocukken kişisel bağlanma tarzlarının sevdiklerinizle olan ilişkileri belirlediğini iddia ediyor. Bunu akılda tutarak, sıkıca bağlanır, başkalarına yaklaşır ve başkalarına yaklaşmaktan korkmaz. Terk edilmekten korkmuyorlar. Bu insanlar genellikle kendileri ve başkaları hakkında olumlu bir bakış açısına sahiptir ve partnerlerine karşı samimi duygular oluşturmakta kendilerini rahat hissederler. 
Ekler, başkalarına çok yakınsa ve çok samimi ve samimi değilse hoş değildir. 
Başkalarına bağlanmak ve güvenmek onlar için zordur. 
Öte yandan kaygılı insanlar sevdiklerini yeterince sevmezler ve eşleriyle olabildiğince yakın bir ilişki kurmak isterler. Bu insanlar genellikle sevdikleri birini kaybetme korkusuyla yaşarlar. Bölüm 
: Çocukları Sevin! 
araştırma ekibi, ila 8 yaşları arasındaki bir grup çocuğa sordu: rica etmek. 
Leo Buscaglia araştırma grubu, amacın "en şefkatli çocukları" belirlemek olduğunu, ancak çocuklardan bu tür geri bildirimler aldıklarını ve 
, çalışmanın amacının olağanüstü olduğunu düşündüklerini belirtti. yok olmuş. .. 
Rebecca, 8 yaşında: "Büyükannem artrit hastasıydı, bu yüzden artık eğilip tırnaklarımı cilalayamıyorum. Yani 
kendi elleriyle kireçlenmiş olsa da, büyükbabası bunu hep büyükannesi için yapardı. Bu aşk. "
Billy, :" Biri seni sevdiğinde isimleri farklı söylenir. Adının onun ağzında güvende olduğunu biliyorsun. "
Chrsissy, 6:" Dışarıda yemek yediğinizde aşk, patates kızartmasının çoğunu birine vermektir. 
bahşiş vermeyin... "
Terri, :" Yorgun olduğunuzda sizi gülümseten şey aşktır. "
Danny, 7:" Aşk, annenin babasına kahve yapmasıdır. Ona vermeden önce 
'den bir yudum alır. "
Chris, 7:" Aşk benim annemdir. Babama baktığımda terliyorum "
(alıntı) 
Sonuç 
Yine teknoloji, araştırma ve materyallerin dışında hepimiz benzersiziz ve her birimizin farklı bir geçmişi var. 
. Her insan hayatı deneyimler. Sevmek farklı, her insan aşkı başka türlü görür. 
makalesinin tamamını özetlemek gerekirse, aşk karmaşık ve dinamik bir algı, duygu ve davranış sistemidir. Aşk 
boyutlu bir fenomen, tutum veya basit fizyolojik bir uyaran değildir. Aşkın biyolojik bir temeli ve işlevi vardır ve 
kişinin bağlanma tarihine bağlı olarak çeşitli biçimler alır. Bu nedenle aşk kişiden kişiye değişir ve ne net bir tanım ne de net bir yaşam biçimidir. Arılar ve uçan kelebekler... Mantıksız gülümsemeler ve bazen çığlıklar... Aşk hikayesi insanın varlığıyla başlar. hakikat


devrim


Devrim nedir?
Ne demiş şair devrim evvelâ devrimi devirecek. Yani devrim yenilikten yepyeni bir yenilik ve daha güzel bir şey ortaya çıkarmak anlamına geliyor. Devrim denince hepimizin aklına eminim ki Atatürk ün yaptığı devrimler geliyordur. Harf Devrimi, şapka Devrimi, kılık kıyafet ve daha nice devrimler... bunlar hepimizin bildiği veya bilmesi gereken devrimler ama ben insanın kendi kişisel hayatında kendine karşı gerçekleştireceği veya gerçekleştirmiş olduğu devrimlerden bahsediyorum. Buna siz kişisel gelişim diyebilirsiniz. Ama ben devrim demeyi tercih ediyorum çünkü beynimiz kişisel gelişim gibi klasik ve çoğu kişinin kolayca yapabileceğini düşündüğü aslında hiç kolay olmayan bir kavramı sıkıcı bulur. Sizi bilmiyorum ama şahsen ben öyle buluyorum. Bu yüzden devrim demeyi tercih ediyorum. Çünkü kendime karşı bir gelişim gösterdiğimde ve bir devrim gerçekleştirmiş oldum gibi bir coşku yaşadığımda bu bana hem motivasyon sağlıyor hem de küçük bir gelişim de olsa devrim dediğim için büyük bir şey başarmış gibi mutlu olabiliyorum. Sonuçta devrim yapmak insanın kişisel gelişimi kadar kolay bir şey değil. 

Bireysel düzeyde, bireysel devrim olmadan büyük devrim olamaz. Her şey önce içeride olmalı. 



Bu sözler benim değil, Jim Morrison'ın. 



Daha yaşanabilir bir çevre yaratmak için kendinizden başlamanız gerektiğini vurgulamak niyetindeyim, bu yüzden makaleye bu sözlerle başlayacağım. Birkaç hafta önce, Amerikalı yazar ve filozof Robert M. Pilsig'in sözlerini paylaştım. "Dünyanın ilk iyileşmesi (şifası) akılda, kafada, ellerde ve dışarıda bulunabilecek türden şeylerdir.


Elbette çevre sorunları bireysel çabalarla çözülebilecek noktaya geldi ama birçoğumuz çevre sorunlarını çözeceğini söylüyoruz. Ciddi bir sorunum var. .. Altını çizmek için bir örnek verebilirim. Şimdiye kadar herkes yaşam ve çalışma alanlarında akkor lambalar yerine enerji tasarruflu ampuller kullanmaya karar verirse, dünya çapında 100'e yakın termik santral kapatılabilir. .. Orta ölçekli kömür yakıtlı elektrik santralleri 2 ila 3.000 ton arasında kömür tükettiğinden, yalnızca enerji tasarruflu ampullerin kullanılması günde 200.000 ton kömürün yanmasını önleyebilir. .. Termik santrallerde düşük kalorili kömür sıklıkla kullanıldığı için termik santraller sadece havayı kirletmez, aynı zamanda kadmiyum, cıva ve kurşun gibi metallerin ortaya çıkmasına da yol açar. Çok fazla cüruf içerir. , Küller ve küller. Japonya'da yaklaşık 30 termik santral var ve bu termik santraller elektrik üretiyor. Bu termik santrallerin önemli bir kısmı kömür yakmakta ve yakılan kömürün çoğu düşük kalorili linyittir. Bu da ülkemizde önemli ölçüde hava kirliliğine neden olmakta, enerjiye bağımlıdır ve karbondioksit salımlarımızı önemli ölçüde artırmaktadır. Karbondioksit, karbon monoksit, nitrojen oksitler, uçucu organik bileşikler, metan, kükürt dioksit vb. Düşük kalorili bileşiklerin yanması sonucu oluşan gazlar ve uçucu parçacıklar önemli ölçüde atmosfer kirliliğine neden olur. Görüyorsunuz, hayatımızda sadece akkor ampul kullanma alışkanlığını değiştirmek bile birçok termik santralin paralel olarak kapanmasına ve küresel karbondioksit salınımımıza neden olacak. 



Bireysel olarak yapabileceğiniz şey, evde kullandığınız çamaşır makinesi, buzdolabı, bulaşık makinesi gibi cihazları enerji tasarruflu cihazlarla değiştirmek. Yine rahat ve hızlı bir araba almak yerine araba almak istiyorsanız daha az karbondioksit yayan ve daha az yakıt tüketen bir araba seçin. Mümkünse hibrit arabalar tercih edilebilir. Ancak önemli yasal zorunluluklar olduğunu da belirtmek isterim. Özellikle kullanılmış araba alırken hibrit araca uygulanan TBS, aracın deplasmanından bağımsız olarak azalacaktır. Sonuç olarak, bu segmentteki diğer araçlara göre nispeten pahalı olan hibrit araçların kullanımının yaygınlaşması muhtemeldir. Çevre açısından önemli bir başka alışkanlık da meyve ve sebzeleri mevsiminde yemek ve mümkün olduğunca bölgenizde yerel sebze ve meyveleri tüketmektir. Yerel olmayan meyve ve sebzelerle sezon dışı maceralarla, satın aldığınız tezgahların o kadar yüksek karbondioksit emisyonuna sahip olması, bu ürünlerin hafife alınamayacak kadar yüksek olması anlaşılabilir bir durumdur. "Bu tezgaha geldiklerinde, büyüdükleri diğer şehirleri veya kasabaları terk etmiyorlar." ... 



Dikkat etmemiz gereken bir diğer sorun da benim. İçme suyumuzdur. Diş fırçalarken açık kalan ve gereksiz yere çıkarılan sifon gibi damlama muslukları yıl boyunca tahmin edemeyeceğiniz kadar su tüketir. Su, sahip olduğumuz en önemli yaşam kaynağıdır, dünyayı evimiz yapar ve bu gezegende yaşamamızı sağlar. Su eksikliği, mutlak eksiklik anlamına gelir. Bu bağlamda su tasarrufuna dikkat etmeliyiz. Müstakil evde yapılan bir diğer önemli değişiklik ise bahçedeki çimleri kaldırmak oldu. Çim bir örtü bitkisidir ve birçok örtü bitkisine göre birçok avantajı vardır. Ancak en büyük dezavantajı bakım gerektirmemesi ve bol sulama gerektirmesidir. Bu noktada bahçenin etrafına çiçek ve ağaç dikiyorum, bir bordür bırakıyorum ve sonra içine taş koyuyorum. Bu şekilde önemli miktarda su tasarrufu yapabildim. Özellikle bahçeli bir eviniz varsa, bahçede kullanılan bitkilerin yöreye özgü olmasına da dikkat etmelisiniz. Kullandığınız yerel bitkiler bölgenin yerel koşullarına adapte olduğundan daha az su ve bakım gerektirir, hastalık ve zararlılara karşı daha dirençlidir ve daha az besin maddesi gerektirebilir.Çünkü görülmez bir bitki haline gelir. Bahçenizde su tasarrufu yapmak için yapabileceğiniz bir diğer şey de bahçe bitkilerinizin su ihtiyacını mümkün olduğunca karşılamak için damla sulama sistemi kullanmaktır. 



Suyla ilgili önerebileceğim bir diğer sorun ise yağmur suyu toplama sistemi kurmak ve bu toplanan suyu bahçeleri ve bina içi drenaj kanallarını sulamak için kullanmak. Dünya çapında birçok gelişmiş ülke, binalarda yağmur suyu hasadı için önemli kamu desteği sağlamaktadır. Aslında bu sistemlere kamuoyu bilincini ve bağlılığını gerektirir, aşırı maliyet gerektirmez ve çok basit ve ekonomik bir teknik çözüm gerektirir. Bu sayede hayal edebileceğinizden daha fazla su tasarrufu yapabilirsiniz. Değerlendirilebilecek bir diğer nokta ise bina yapım aşamasının biraz karmaşık ve pahalı olmasıdır. Bu, geri kazanılmış su ve siyah su şeklinde evsel atıksuyu ayrı kurulum sistemleri aracılığıyla toplamaktır. Mümkün olduğunda, yaşayan bir sistemden akmaya çalışın. Bahçelerin ve iç sifonların sulanmasında kullanılan, toplanan muhtelif atıksular için özel bir arıtma tesisidir. Kullanmak. Ev deterjanlarının bile çevreye verdiği zararı göz önünde bulundurarak kişisel zevkinizi değiştirmek için yapabileceğiniz şeylerden biri öncelikle ürünün doğal olarak çözündüğünden ve çevreye zararlı olduğundan emin olmaktır. .. sabun. Ve temizlik ürünleri.


kötülük


Kötülük nedir? Kul hakkı kötülük müdür? Birini öldürmek veya bir ağacı kesmek.
İnsan nasıl kötü olur? Doğuştan mıdır yoksa sonradan mı kötü olunur? Kötülük göreceli midir? vb. sorular kafamı allak bullak ediyor. Gelin beraber bunlara cevap vermeye çalışalım. Kötülük en basit tabirle bilerek yaptığın bir davranışta çevrendeki canlıların maddi ve manevi açıdan zarar görmesidir. Kötülük doğuştan gelen bir şey değildir en azından ben öyle düşünüyorum. Siz hiç bir hayvanı bile isteye öldüren veya eziyet eden bir çocuk gördünüz mü 3-4 yaşlarına kadar ne yapsanız da o çocuğa kötülük yaptırımasınız ama hayatını çevresinden öğrenen çocuk zamanla sizi taklit etmeye başlar. Yetiştirilme tarzı diyorlar ya aynen öyle. Ne demişler ne ekersen onu biçersin.
Kötülük problemi ya da şer problemi, din felsefesinde kötülük ile mutlak iyi olan bir Tanrı'nın varlığının nasıl bağdaştığı şeklindeki bir sorudur. Sorunu ilk olarak Epikür mantıksal bir formül ile ortaya koymuş, o zamandan beri de felsefe ile hiçbir ilişkisi olmayan kişilerden filozoflara kadar hemen herkesin zihnini meşgul etmiştir.

Kötülük problemini ilk olarak Epikür ortaya atmıştır.

Problemin sunuluşu ve versiyonlarıDüzenle
M.S. II. yüzyılda yaşamış bir Kilise Babası olan Lactantius’un (ö. M.S. 340) aktarımına göre Epikür kötülük problemini bir ikilem biçiminde şöyle formüle etmiştir:[1][2]
Tanrı, ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister de kaldıramaz; veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez; ya da ne kaldırmak ister, ne de kaldırabilir; yahut da hem kaldırmayı ister hem de kaldırabilir. Eğer ortadan kaldırmak istiyor da kaldıramıyorsa, O her şeye kadir değildir; ki bu durum Tanrı’nın karakteriyle uyuşmaz; eğer ortadan kaldırabiliyor, fakat kaldırmak istemiyorsa, O kötü niyetlidir; ki bu da aynı şekilde Tanrı ile uyuşmaz; eğer O ne ortadan kaldırmayı istiyor, ne de kaldırabiliyorsa, hem kötü niyetlidir hem de her şeye kadir değildir; bu durumda da Tanrı değildir; eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor, hem de kaldırabiliyorsa – ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur–, o zaman kötülüklerin kaynağı nedir? Ya da o kötülükleri niçin ortadan kaldırmamaktadır?Epikuros
Problemin bir başka sunuluşu yüzyıllar sonra David Hume tarafından Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla şöyle yapılmıştır:[1][2][3]
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?Öyleyse o güçsüzdür.Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?Öyleyse o iyi niyetli değildir.Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?David Hume
Problem değişik versiyonlarla defalarca tekrarlanmıştır. Kötülük probleminin çok bilinen bir versiyonu da çağdaş filozof John L. Mackie tarafından ileri sürülmüştür.:[4][5][6]

Tanrı vardır.

Tanrı mutlak iyidir.

Tanrı her şeye kādirdir (Her şeye gücü yeter).

Kötülük vardır.

Yukardaki maddelerden herhangi üçünü kabul eden kişi, dördüncüsünü reddediyor olmalıdır. Yani:

Eğer Tanrı varsa (madde 1) ve mutlak iyiliği (madde 2) istiyorsa ve istediği her şeyi yapabilecek kadar güçlüyse (madde 3) kötülük olmamalıdır.

Eğer Tanrı varsa (madde 1) ve sadece iyiliği istiyorsa (madde 2), fakat Dünya'da kötülük varsa (madde 4) Tanrı istediğini yapamıyor demektir. Böylece Tanrı her şeye kādir değil demektir.

Eğer Tanrı varsa (madde 1) ve her şeye kādirse (madde 3) ve kötülük de varsa (madde 4), Tanrı kötülüğü yaratmış ve mutlak iyi değildir.

Son olarak, eğer Tanrı aynı zamanda mutlak iyi (madde 2) ve her şeye kādirse (madde 3) ve buna rağmen kötülük varlığını sürdürüyorsa (madde 4) böyle bir Tanrı var olamaz.

Din felsefesinde bu sorulara cevap bulma çabasına genel olarak teodise denilmiş ve burada sorunun çözümüne çalışılmıştır.
Kötülük problemi bir dizi teolojik sorun yarattığı için birçok filozof önce "kötülük" kavramını sınıflandırmaya çalışmıştır. Leibniz'e kadar, özellikle de Hristiyan düşünürler, iki tür kötülükten söz etmiştir:

Doğal kötülük ya da fiziksel kötülük: Çağdaş Hristiyan teolog John Hick'e göre "hastalık yapan bakteriler, depremler, fırtınalar, kasırgalar, kuraklıklar ve benzeri durumlarda insan eylemlerinden bağımsız olarak meydana gelen kötülükler" bu gruptan sayılır.

Ahlakî kötülük: Acımasızlık, adâletsizlik, aldatma, kıskançlık, savaş, soykırım, yalan, zulüm v.b. insan kaynaklı kötülüklerdir.

Bu sınıflandırmada ahlakî kötülüğün sorumlusu olarak insanın kendisi ve özgür iradesi gösterilmiş, tartışma "doğal kötülük" kısmında süregelmiştir. Leibniz bunlara daha sonra bir de "metafizik kötülük" kavramını ekleyecektir. Çağdaş teologlar kötülükleri bugün de kaynaklarına göre benzer şekilde sınıflandırmaya devam ederler.

iyilik


İyilik...
Yaşlı birini karşıdan karşıya geçirmek iyilik mı? Peki ya kimsesiz birini sevindirmek? Yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek de mi iyiliktir? 
Kiramen katibin meleklerinin yazmakla görevlendirildiğine inanılan iki olgudan biri. İyilik neye göre kime yapılmalı. Bence bunların hepsi birer palavradan ibaret. Çünkü iyilerin %99.999’u cennete girmek için iyilik yapıyor. Bunların yarısı da sırf iyilik yaptığını görsünler diye yani gösteriş için yapıyorlar. Eğer iyilik umurumuzda olsaydı ahirete gerek kalmaz dünyada cenneti yaşardık. Güya bizi yaratan da “sonsuz” iyi olacak. Bu da koca bir yalandan başka bir şey değil tıpkı diğer tüm bildiklerimiz gibi. Bir kere şunu sormak lazım sonsuz iyi olan biri neden cehennemi yaratsın ki. Değil mi ama. Biri şimdi çıkar da 
- E bu bir sınav kardeş tabi ki cehennem olacak ki kötüler cezalarını çekebilsin. 
derse lütfen demesin. Madem ki bu kadar iyileri önemseyip cenneti yaratıyorsun neden kötü olanların kalplerine iyilik aşılamıyorsun. Ya da doğru soru şu olmalı ne diye sınava sokuyorsun bizi canın mı sıkılıyor da bizi kukla gibi oynatıyorsun eğer durum böyleyse kendine ben sonsuz iyiyim diyemezsin. Bırak sonsuz iyiliği sen bu durumda sonsuz kötü olursun. Son zamanlarda insan ve toplum için kaybedilen değerleri vurgulayan birçok söz okuduk. Özellikle medya dediğimiz paylaşım alanında sosyal medyadır. Eminim görmüşsündür. 
Pek çok mesaj, yaptıkları iş için hak ettikleri ödülleri alamayan insanlar tarafından sürekli hayal kırıklığına uğrar ve ihanete uğrar ve 
arkadaş işten uzakta olduklarında onları arar. 
Kimse demiyor: 'Bana güvenen bir arkadaşımı hayal kırıklığına uğrattım, bana güvendi, arkadaşım bana güvendi ama 
güvenine ihanet ettim, akrabamdan borç istedim ama artık ödemedim. Biri insanlığıma inandı, bana kefil oldular, sözümü bozdum 
, kaçtım, aileme ve arkadaşlarıma tüm borçlarımdan vazgeçtim. Bir kız arkadaş edinmek için her şeyi denedim, onu buldum ama artık sıkıldım, umurumda değil, başkasının peşindeyim Gittikçe daha çok aldatıyorum. '
Hiç böyle bir mesaj okudunuz mu? Bunu daha önce hiç görmemiştim. Hepimiz sütü biten beyaz kaşıklar gibiyiz. Kanatlarımızdan biri kayboldu. 
Azizler gibi melekler gibi dolaşıyoruz. Hepimizin birer iyilik abidesi olduğumuzu düşünürdünüz, hepimiz adalet, hukuk, empati, dostluk, insani duygular ve vicdan için öldük. 
O kadar iyiyiz ki kelimelerle anlatamayız. Hep ihanete uğradık, hep sevdik ama aşkımız anlaşılmadı. Her zaman dürüstüz, her zaman iyiyiz ve her zaman hayal kırıklığına uğradık. Biz hala iyiyiz ama herkes hala kötü. 
Burada sıkışıp kaldım. Başından beri, biz kimiz ve diğerleri kim? İşini kaybeden arkadaşlar hakkında paylaşılan 
yorum ve mesaj çok ilginç. Herkes iş arayan ve arayan 
arkadaştan bahsediyor. 
Ama burada insan hatası bile gerçek mantıksal hata yapar. 
Dost dediğimiz kişi biraz düşündükten sonra bizi aramalı. Ne zaman geri arayacak? Ayrıca işe gelince 
akraba ve ihtiyaç sahibi arkadaşlar lütfen beni arayın. Beni aradığında beni yakından gördüğünü biliyordu, sorununu çözebileceğime inanıyordu, ne olursa olsun bana güveniyordu. 
Şans eseri, işimi düşündüğümde beni arayacağını düşünen bir arkadaşım var. 
"İşim var, 
benden yardım istedi mi? O" sivrisinek gibi, özellikle bir arkadaşının başı beladayken yardım isteyen birinin yardım talebini nasıl yorumlarsınız? 
Bu bir arkadaşın amacı değil mi? 
Bir arkadaşınız ihtiyacınız olduğunda size yardım etmiyorsa veya ihtiyacınız olduğunda arkadaşınız size yardım etmiyorsa, arkadaş terimini neye dayanarak kullanabilirsiniz? "Arkadaş" dediğin nedir? Herkes düğüne gider, herkes yanınızda olur iyi günler. O 
kötü gün, zor zamanlar ve ihtiyacınız olduğunda her zaman yanınızda değil mi? 
Yapabileceğin bir şey varsa, sahip olduğun gücü sevdiklerin için kullanma, senden yardım isteme. 
Bu duruma ne demeliyiz? İnsanlık, dostluk, iyi niyet? 
Bu, konsepti nasıl değiştirdi? 
Bazılarımız dedi ki: bir aşkım var "" Acıma değil işlemlerden bahsediyoruz çünkü karşılıklı alışveriş var! İnsanlara fayda sağlamıyoruz, yaptığımız sözde iyiliklerin karşılığını bekliyoruz ve bizim için hiçbir şey yapmıyoruz. Sıklıkla, “Düşüncelerinizin size adınızı söylemesine izin vermeyin. Bu yüzden soruyorum, "Neden insanlar beni anlamıyor, neden yalnızım, neden hiç arkadaşım yok?" 

"İşsizlik" diye bir şey yoktur. Gerçekten de insanlar işsiz olduklarında birbirlerini, işsiz oldukları için ararlar. Yapabilirsek, yapacağız ve yardım edeceğiz. Bir sonraki önemli şey, bu insanların nasıl tepki verdiğidir. Sayılar. Hayatlarımızı değiştirebilecek ve bu şeyleri başarmamıza yardımcı olabilecekleri aydınlatın. Fark yaratabilecek huzuru deneyimliyoruz. Üstelik sadece arkadaşlara değil, yabancılara da yardım edebilirsek, bunu kendimiz yaparız. Elimizden gelenin en iyisini yapmak insani sorumluluğumuzdur. Çağrılmaktan ve yardım istemekten utanıyorsak, rahatsız hissediyorsak, bu gerçek bir sorundur. gerekli, ihtiyaçlar. Neden bir şansınız varken yardım etmeyi reddediyorsunuz ve fırsatı veya fırsatı başkalarıyla paylaşıyorsunuz? Paylaşmak ister misin? Ayrıca, "İşteyken telefon alıyorum" ile ne demek istiyorsun? Taşıman tuhaf değil mi sence? 
Lütfen korkma. İnsanlar düşündüklerinde seni ararlar. Merhametli, Barış için kimse ölmez. Ne olursa olsun, her zaman arayın, sorun ve arkadaşlarımıza, arkadaşlarımıza ve akrabalarımıza sorun. Önemli değil! Asıl sorun şu ki, yardım edebileceğin zaman kimse seni aramaz. Çünkü gerçek yalnızlıktır. Dedikleri gibi: İyi şeyler yapın ve denize atın, balığı bilmiyorsanız Harik'e bildirin!


zaman


Geçmiş, şimdi ve gelecek...

Zamanı bu üç parçaya ayırdık. Bazılarımız geçmişe takılıp kalıyor, bazılarımız anı yaşıyor bazılarımız ise sadece geleceğe odaklanıyor. Peki neden? Neden zamanı böyle ayırdık. Sonra her birini farklı dilimlerine ayırdık. Yaşamı kolaylaştırmak için mi. İyi de kardeşim böyle daha zor olmuyor mu? Zaman sınırları koyup tıpkı diğer şehir ve ülke sınırları koyduğumuz gibi kendimizi bir nevi hapse tıkmış olmuyor muyuz?

 Oysa zaman sınırlamamız olmasa herkes olabildiğince ve canı istediği kadar özgür olsa (tabi başkalarının özgürlüklerine müdahalede bulunmadığı sürece)

Mesela saat 7.00’de kalkma gibi bir zorunluluğumuz olmasa güneşle beraber uyuyup güneşle beraber uyansak. Doğaya uygun hareket etsek o zaman görelim bakalım hastalık diye bir şey kalıyor mu savaş diye bir şey kalıyor mu. Biz yeter ki doğaya uygun olarak yaşayalım. Doğa ana bize bakar.

aslında sorun zamanda değil, evrenimizde en adil belkide tek adil dağıtılan kaynaktır. sana bana ona aynı miktar ve aynı zamanda verilir. sen on yılını bana ver ben beş yılımı sana vereyim diyr bir şey yoktur. bir saat bana da altmış dakikadır sana da altmış dakikadır. zamanı biriktiremezsin,ben 5 yılımı 10 yıl sonra kullanayım diyemezsin, saklayamzsın.525 948 766 dakika herkese her yıl verilir. aynı anda ve aynı miktarda. kimse  bir salise bile fazla kullanamaz.
maalesef ki sorun bizlerde. ayrı ayrı hepimiz zamanı farklı algılıyoruz. bu yüzden zamanımızı iyi yönetemiyoruz bu yüzden hep zamanın yetmediğmden şikayet ediyoruz. bunu düzeltmek için öncelikle bakışımızı başka yöne çevirmeliyiz yani bakış açımızı değiştirmeliyiz.ancak böyle yaparsak zamanın kölesi değil hakimi olabilriz. zaman bizi yönetemez biz onu yönetiriz.
zamanın yetmemesini hep dış etmenlere mesela tam o kitabı okuyacaktım arkadaşım aradı ve gitmek zorunda kaldım gibisinden sebeplere bağlarsanız zaman yönetme tekniklerini kullanmanız biraz güçleşebilir. kullanılan teknikler işe yaramadığında bu sefer yine bir çıkmaza girer ve bu kısır döngüden kurtulamazsınız.
zamanın hakimi olabilmeniz açısından a'dan z'ye uygulamanız gereken adımlar:
I. kendinizi yönetebilyorsanız zamanı hayli hayli yönetirsiniz
alışkanlıklarınızı gözden geçirin ve size yaraı dokunmayan her tür alışkanlığınızı bırakın yerlerine faydalı olanları koyun.
II.kendinizi ve zamanı yönetebiliyorsanız bu zamanı hem işinize hem ailenize hem de çevrenize yeteri kadar dağıtabiliyor olmanız lazım.
bu terazinin bir kefesi bir milim bile kaydı diyelim. başta kurallar olmadığı için bir rehavete kapılabilirsiniz ama sosyal ve aile ilişkileriniz sekteye uğradğında anlarsınız bu kuralların ne denli önemli olduğunu.mesela arkadaşlarınızla aranız çok iyi diyelim neden çünkü onlara çok vakit ayırıyorsunuz. sürekli onlarla birlikte vakit geçiriyorsunuz ama diğer taraftan iş hayatınız sekteye uğrayabilir ya da ailenizle aranız açılabiliro yüzden bunları bir önem sırasına koymak icab eder.
ilk olarak bir yapılacaklar listesi belirleyin ve o listeyi de acilden acil olmayan doğru bir sıralam ile sıralayın. sonra onlara ne kadar vakit harcayacağınızı hesaplayıp yanlarına yazın ve son olarak o listedeki maddeleri teker teker yapmaya çalışın.
V.karlı biri olmak başarının en temel anahtarlarının başında gelir.
alamadığımız her karar sırtımıza yüklediğimiz bir yüktür. ve önümüze gelen her karar alma durumunda bu kararsızlık durumu devam edilirse artık ilerleyemeyecek duruma geliriz. o yüzden bir an önce bir karar vermeliyiz. ne demiş bilir kişi en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir.
VI.gideceği yeri bilmeyen gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.
bir amacın yoksa ve ne yapacağını da bilmiyorsan zamanını boşa harcarsın ve hayatından hiçbir tat alamzsın. bu yüzden günlük, aylık, ve yıllık olmak üzere planlar yapın ama ilk önce hedefinizi belirleyin ve planılarınızı o hedefin etrafında kurun ki ne yapacağınız ne yapmayacağınız belli olsun ve hedefinize emin adımlarla ilerleyebilesiniz.
o kadar da zor gözükmüyor değil mi. gerçi bu bir irade meselesi. iradesi güçlü olan kazanıyor zaten.

Merak


Merak...

Kimilerine ampulü bulduran, kimilerine ölümü tattıran Bir olgu. Kimisi merak eder tarih yazar kimisi merak eder mezar kazar.

Çok garip bir duygu şu merak...

O olmasaydı kim bilir ne haldeydik şimdi tabii kötü yanları da yok değil 

Bilimi merak edersin bilim insanı olur evrenin sırrını çözersin ya da bağımlı maddeleri merak edersin hayatını bitirirsin

Felsefe meraktan doğmuştur mesela. Ayrıca meraklı bir beyin sürekli çalıştığı için gelişmeye de çok açıktır ve şunu söylemem lazım dahiler merak eder. Bir düşünün ki hayatınızda merak diye bir duygu yok ne yapardınız? Yapacağınız en kolay iş bile günlerce sürebilirdi eğer meraklı olmasaydınız. Neden çok basit bir örnek verecek olursam eski çağlardaki avcılar eğer acaba ben bu avımı nasıl daha hızlı bir şekilde avlarım diye merak etmeseydi normalde mızrakla 10-15 dakikada yakalayacağı av için en az 2 yada bilemediniz 3 saatini veya tecrübesiz biriyse belki daha uzun bir süresini harcayacaktı. İşte merak böyle böyle insanoğlunun gelişimini sağlayarak bugünlere getirdi.

merak şöyle bir duygudur ki bir kaç örnek ile açıklamaya çalışayım. Eğer insanlar güneşin neden doğup sonra da neden bir süre sonra battığını merak etmeseydi dünyanın döndüğünü anlayamazdı (gerçi ben bu konuda biraz şüpheliyim. yani daha önceki bir yazımda (Dünya) bundan bahsetmiştim dünya ile ilgili söylenen bunca şey doğru olmayabilir mı acaba. işte bu da merakın bir ürünü) büyük deryaları yani denizlerin sonunda ne var acaba diye merak etmeseydi gemileri inşa edemezlerdi, merak olmasaydı bugün ne tıp bilimi olurdu ne psikoloji ne de diğer bilimler. olduğumuz yerde sayardık.  şimdi öyle bir zamana geldik ki sanki keşfedilecek herşey keşfedilmiş daha da bundan ötesi olmaz gibi geliyor insana. robotlar,yapay zekalar. inanabiliyor musunuz sizin gibi düşünebilen bir makine,teneke parçası ya ama ya daha ötesi varsa, ya hiç bir şey size anlatıldığı gibi değilse. Bu
yüzden de tüm dünya çocuklarının içinde zaten var olan merak duygusunu uyandırmalı ve bize sundukları fikirlerini,düşüncelerini her ne kadar bize saçma gelse de onemsedigimizi göstermeliyiz ki şevkleri kırılmasın aksine daha çok artsın. 
bunu yaparak çocukları daha o yaşta merak etmeye sevk edersiniz ve o çocuk bir sorunla karşılaştığında acaba bunu nasıl çözerim diye çözüm yolları arayan faydalı bir birey olur. 
bunu nasıl yaparız?
*bir çocuk veya sizin kendi çocuğunuz size bir soru sorduğunda onu elinizdrn geldiğince yanıtlamaya çalışın ama öyle bir şey söyleyeyim de basimdan savayım türünden cevaplar değil, onları düşünmeye sevkeden ve merak etmesini sağlayacak cevaplar vermeye çalışın. 
Örneğin:
-Babacim, uçaklar nasıl uçuyor?
-Kocamam kanatları var.
-kuslarin ki gibi mi?
-evet ama biraz daha büyük. 
-ne kadar büyük ?
-peki ne kadar büyük?
-bir bina kadar büyük 
-peki neden düşmüyor. 
-bilmem neden olabilir?
-Rüzgar olabilir mi. Rüzgar üfleyerek uçağı  uçurur.
- evet afferin sana
 işte böyle olumlu diyaloglarladüşünmesini sağlayın. 
*Anneler, babalar çocukları rahat bırakın istedikleri gibi dağıtsınlar, kessinler, yapıştırsınlar. tabi sonra dagittiklarini toplasınlar.  Bu onlara sorumlu bir birey olmayı öğretir. onların yaptığı şeyleri düzenleme ve bitirme işlerine yardım edin ki sizin de onu onemsediginizi anlasin. bunları basit bir şekilde resim yaptığında resmini çok beğendiğini ve duvara asmak istediğinizi söyleyin. yaptığı kartondan bir arabaya inanamıyorum bu basit kartondan bunu nasıl yapabildin diyerek haranliginizi gösterin ve onu komşularınıza arkadaşlarınıza göstererek çocuğunuzu onure edin. başarının anahtarı ayrıntılarda gizlidir. yeter ki biz de çocuklarımıza örnek oluşturabilecek bir profil çizelim fakat kacimizda   merak ettiğimiz şeyin peşinden koşturacak sabır ve dirayet var. bilim adamlarınca yapılan araştırmalar merak duygusu ile bir bilgi öğrenmenin arasında ciddi bir bağlantı keşfettiler. peki eğitim kurumlarımız bu özel duyguyu yeteri kadar besleyebiliyor mu? bir öğrenci parmak kaldırır merak ettiği bir şey sorar. öğretmen de genelde (tabii işini hakkıyla yapan öğretmenleri tenzih ediyorum) daha oraya gelmedik, arkadaşlarının kafasını bulandırma şimdi, fazla düşünme kafayı yersin gibi çeşitli heves kırıcı aynı zamanda merak duygusundan soğutan cevaplar veriliyor. en azından ülkemiz için söylüyorum. 
Sistemi eleştiriyorum da kaçımız bir şey keşfedecek kadar meraklıyız. kaçımız merakımızın peşinden koşacak kadar sabırlıyız. Araştırmalar merak ve öğrenme arasındaki ilişkinin ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor. Peki okullar merakı yeteri kadar besleyebiliyor mu? Öğrencilerin sorduğu sorulara “Dur daha o konuya gelmedik”, “Dersi kaynatma”, “Arkadaşlarının kafasını karıştırma”, “Zamanı gelince öğrenirsin” yanıtlarının verildiği bir eğitim sistemi ile eğitiliyoruz en azından ülkemiz için söylüyorum. Okul diyorum da evlerimiz sanki çok mu farklı. küçüklükten beri bize susmak büyük bir erdemdir diye öğretildi hala da öyle. Elin İngilteresinde ise durum bizim zıddımız. Kedilerin tüyleri nasıl çıkar,Dünya ne kadar yaşlı,bulutlar neden pembe değil. bu sorular 4 yaşındaki bir çocuğun soruları. ingilterede yapılan bir araştırmaya göre 4 yaşındaki bir çocuk günde 390 soru sorarken, 9 yaşındaki bir çocukta bu sayı 144’e düşüyor. Peki zaman içinde neden daha az soru soruyoruz? Yazar Ian Leslie merakı düzenli olarak çalıştırılmadığında zayıflayan bir kasa benzetiyor. onu ne kadar çok çalıştırırsak o kadar gelişme gösterir.Merak öyle bir duygudur ki ilk çağlardan beri tüm keşiflerin başlangıcıdır. Eğer
insanoğlu neden güneşin bazen kaybolduğunu merak etmese dünyanın döndüğü anlaşılamazdı. Eğer insanlar
deniz ötesini merak etmeseydi gemiler yapıp keşiflere çıkmazdı. Eğer insanlar bedenlerini merak etmese tıp
bilimi ruhlarını merak etmese psikoloji bilimi var olmazdı. Ancak bazen insanoğlu tüm keşifler bitmiş ve
keşfedecek bir şey kalmamış gibi davranır ve rehavete girer. Oysa daha keşfedecek çok şey var evrende. Bunun
için de çocuklarımızın içinde var olan merak duygusunu uyandırmalı, fikirlerini yargılamadan dinlemeli ve
düşüncelerini eyleme dökmeleri için desteklemeliyiz.
Bu amaçla çocukları küçük yaştan itibaren yoğurmak ve ruhlarına bu duyguyu ekmek gereklidir.
Peki ama nasıl?
*Çocuğunuz soru sormaya başladığı andan itibaren sorularını cevaplayın, onları susturmayın ancak daha da
önemlisi onların sorularına hazır lokma cevaplar vermeyin. Düşünmeye sevk eden cevaplar onların zihnini daha
iyi çalıştıracaktır. 
Örneğin:
-Baba, kuşlar nasıl uçar?
-Kanatları var, ancak başka sebepler de olsa gerek.
-Ne gibi sebepler?
-Düşünelim birlikte, ne olabilir? (Sorularla onu düşünmeye sevk edin)
-Bilmem, güneş mi?
-Güneşin ne etkisi olabilir sence? (Fikirlerini anlamsız bulduğunuzu sakın söylemeyin)
-Güneş kanatlarını kurutur ve hafifletir.
-Hiç böyle düşünmemiştim aslında iyi fikir. (Fikir üretmesini teşvik edin. Yıkıcı biçimde eleştirmeyin)
-Başka ne sebep olabilir?
-Rüzgar olabilir. Rüzgar üfleyerek kuşu uçurur.
-Evet bu konuyu biliyorum. Kuşlar rüzgarın kaldırma kuvvetinden ve hava akımlarından yararlanır. (Keşiflerini
toparlamasına yardımcı olun)
-Baba keşke ben de uçabilsem.
-Uçan insanlar olduğunu biliyorsun.
-Ama nasıl başarmışlar?
-Hadi internetten bakalım, bunu nasıl başarmışlar?… 

İnsan


İnsan...

 Dünya gezegeninde yaşamakta olan bir tür 

Nasıl oluştu bu tür? Hâlâ da tartışılır. Dini kesim âdem peygambere bağlar bunu çok değerli bilim insanlarımız da bizi maymun eder ve maymundan geldik derler. Ben de bir zamanlar dini tayfadaydım ama biraz daha büyüyüp sorgulamaya başlayınca mantıksız gelmeye başladı. Tek bir insandan koca dünya nüfusu oluşacak üstelik hepsi de ayrı ırktan hadi buna inandım diyelim peki adem peygamber nerden geldi dersek de bu sefer topraktan yaratıldı hikayesine döner olay. Bilimsel takılayım dedim ama onlarda bizi hayvanlaşmaktan öteye götüremiyor. Neymiş biz önce proteinmişiz de sonra balığa dönmüşüz de sonra şartlar gereği denizden karaya çıkmışız da ordan başka türe ordan bilmem başka türe sonra da maymun olmuşuz (görüntümüz benziyor ya) ve en son insana dönmüşüz bu dönmüş halimizse...


İnsan en başından beri her şeyin merkezinde midir? İnsan olarak hiç tanımadığı bir diyara bu dünyaya ziyaretçi olarak girer. Başlangıçta, bu dünyaya açılan kapı, babanın spermi bir dişi yumurtasıyla buluştuğunda ortaya çıkan insan vücuduydu. Bu çekirdek aslında evrenin balkonu olan dünyadan geldiği sonsuz bölgeyi gözlemlemek için gelir. Ne de olsa 

Dünya'nin uçsuz bucaksız genişliğinde gösterilen güzelliklerin ve mucizelerin birçoğunun birileri tarafından görülmesi gerekiyordu, 

İlk olarak, bir erkek anne karnında bir bebektir. Dokuz aylıkken doğmaya hazır olduğunda, yemeğini emmeyi ve ilk nesnesi olan annesi 

Dünya'da yaşamayı tercih ediyor. İlk aşkı 

Anmesi idi. Sıcaklığından emdiği sütle bulundu, korundu ve bakıldı. başından beri annesinin geleceğini düşünen insanların sevgisiyle büyür, gelişir ve yürümeye başlar. Yıllar geçtikçe, insanlar organları geliştikçe dünyadaki şeylere tepki vermeye başlar. Dünyada o kadar çok nesne ve belge bulundu ki hepsini bulması gerekiyor. Henüz bir bilim çağı olmasa da, bu nesneleri elle, bazen ağız yoluyla hisseder, tat alır, gözlemler ve elementlerin çeşitliliğine hayret etmeye çalışır. .. .. Bebek yürümeyi öğrendikçe ve annenin koruma çemberinden çıktıkça, bebek daha fazla nesne ile etkileşime girer. İlk merakı gibi, daha fazla merak ve keşif peşinde koşmak için büyümeli. Sevgili ilk annesi onu büyütmek için aynısını yaptı. Bu onların inandıkları dindir ve şu anda onun bulduğu fiziksel dünyevi vaziyettedir. Aynı zamanda beynine saplandı. Bilim de hayatına girdi ve 

Bilimin laboratuvar ortamında, elementlerin çeşitli tepkilerine hayran kaldı. 

Evrendeki güneş sistemini, yıldızlarını ve gezegenlerini gözlemledi ve güneşin ihtişamıyla hipnotize oldu. Aleve şaşırdım. ..




Bazen ay ışığında ay camının karanlığında yemek yerken ağlar. Ayrıca ona neden doğduğunu, neden yaşadığını ve öldükten sonra ne olacağını söyleyen bir takım değerlere, bir inanca sahiptir. Büyüdüğü zaman onun çekirdek akılda tüm rakamlar artık neredeyse tamamen vardı, o da nereden geldiğini ve o ailesi, kültür ve onun okul aracılığıyla geldiği. Ben katılacağım öğrendi. 

Yaşadığı dünya ve yaşadığı sonsuz evren hakkında bir fikri vardır ve en büyük silahı, bazı insanlara olan inancıdır, bilimin mantığıdır. Şeyler ve o bu araçlarla yaşayabilir ve bir dahaki sefere kesinlikle ölecek. Bu araçlarla, bazı insanlar varlıklarını görmenin tadını çıkarabilir ve geçmişi aşabilir. 

Ama "olumlu olmayan" dediğim bazıları var ve bu sosyal öğretilerin hepsinin evreni anlamak ve varlığını gözlemlemek için yeterli olmadığına inanıyorlar. Elbette insanlık tarihi boyunca var olan tüm dinlerin ve bilimsel verilerin ışığında okudukları fikirlerin peşinden gidenler olmuştur. Onlar insanlara atfedilen şekli dayatma ve oluşum olduğuna inanıyoruz. .. O onun doğadan ayrılmış ve kontamine olmuştur inanmaktadır. Kibir ve gönül rahatlığından daha fazla bir şeyin kasırgasıydı. Yaşlandıkça aileden ve toplumdan uzaklaşma fırsatım arttıkça bu sarmalın içine daha çok itiliyor. Hayır, benim empoze edildi olandan farklı bir durum olduğunu, bu yıl 

, din olmalı ve bilim kadarıyla öğrenebilirsiniz olarak, biz bir olamaz açıkladı. Kültürleşme 

toplumun yapısından fışkırır, daha fazlasına ihtiyaç duyar, bunu sesten bilirsiniz, daha derin duygulardan, 

bundan daha fazlasıdır, ama nedir? ?? Bu uyumsuzluk sonra, yaşına kadar anlatılan şeyi bir kenara koyar tekrar okuyan başlar iken beş dış duyumlar gelen gözlemleyerek çalışmalar din tarihi, edebiyat ve mitoloji ile ilgilenmektedir. Girdiğiniz zaman, onun iç dünyasının gizemli kapılarını keşfetmeye başlar. Dev kapılar hayatınızı değiştirecek. 

En ilkel dürtülerinin ve duygularının baş koruyucusu, daha önce onu dünyanın tehlikelerinden korumuş, varoluşsal kaygılarını gidermiş, cinsel olarak yenilenmiş ve hayatta kalmak için bir savaşçı hissetmesini sağlamıştır. ve onu kalıcı bir şekilde korumaya hizmet etti, menşe kaynaklarının ana deposudur. İlk baharı SEZGİ

'nin eşiğini geçme şansına sahip olunca hayatı değişir. Bu kapının arkasında, ana rahmine düşen ilk 

çekirdeğin doğası, evrenin sırları, varlığının tek nedeni ve balkondan hakikati görmemizi sağlayan bilgiler vardır. Bu dünya. Bu harikalara ve onları bulana kadar ne kadar hayal kırıklığına uğradık. Geçmişte neyin kaybolduğunu görmek zor. O hala oradadır, ancak beş duyunun bilimsel ve kültürel koşulları nedeniyle görünmezdir, bu yüzden size öğretilenin ötesine geçmeyin. Cehennemin korkularıyla kaplı. sonra yanıyorum. Bana öğretilen hatam, sosyal araçlar tarafından dayatılsa bile gizlidir, gizli tutulur ve görünmezdir. Bu benim gizli korkum. Şimdi her şey daha parlak ve daha net ve Tanrı'nın Sesi 

benimle açıkça konuşuyor. Laboratuar ortamında öğrendiklerinizden veya kitap notlarındaki bilgilerden daha heyecan verici.



Toplumsal rolümle üreme, üreme ve evlilik için gerekli basit ilkel duygular olarak bana dayatıldı. Avantajımı besleyen ve oğlumu serbest bırakan bir dişi bularak hayvani yönüme, ilişkime ve üreme dikkatime yardımcı olduğunu düşünüyorum. Bir kadının elini tutup gözlerinin içine baktığım zaman, onu sevdiğim zaman, sanırım 

benim hislerimin adıdır, bana sen öğrettin, ölmeme izin verdin. gerçek sermayem. Servetim, gözlerimden siyah rengi çaldın, beni küçülttün, beni insan olmaya zorladın, aslı, özü ve hakikisi ile gerçekliğe indirgendin, gerçek cehennemi yaşattın, aslımızı sakladın ve öldükten sonra cennette bizi cennete gitmek için beklettiniz, siz insan onunla birlikte tüm potansiyelini açığa çıkardınız, onu yeryüzüne aldınız, onu yabancılaştırdınız ve ben 'orijinal halinden çıkardım. Üzerine koyduğunuz korku, bu renge verdiğiniz orijinal anlamdan dolayıdır. İçinde, hayatının versiyonunu yaşamasını engelliyor. Hollywood'un emriyle yarattığın kırmızı kuyruklu ateş iblisine insanları inandırdın ve insanlar seni takip etmezlerse onu kazanda pişireceklerini söylediler. Milyonlarca insan sosyal ve hayvani yönlerine hakim olmaya ihtiyaç duyabilir ama belki de haklısınız, Keşfedin ve Intuition'nin devasa kapılarından adım atın. Bu başkalarına bırakılmalı. .. .. Neredeyse 24 yaşındayım ama her zaman etrafta değilim. Bir beynin maymuna dönüşebileceğini düşünen standart bilim adamlarından biriyim. İnsanları biyopsikolojik bir perspektiften düşünen, sürtüşmeyi azaltan ve sorunlardan kurtulan biri. 

Ben normal bir insanım ve duyguların iki nörotransmitter tarafından üretilen kimyasal reaksiyonların sonucu olduğuna inanıyorum. 

Kalbime yakın olan duygu ve duyguları üreten ana düşünce kaynağıdır. Beynimdeki 

kimyasaldan oluşuyor. Beynin öğrenme sürecinde meydana gelen tüm sinir gevezeliğini bastırır ve 

çekirdeğe çarparsanız, başlangıçtan itibaren karanlık ve neredeyse hiçbir şey hissetmezsiniz. 

yıllık madencilik ve biçimlendirmeden sonra sistemi yeniden başlatın. Neyin başlatıldığını, geri yüklendiğini ve görüntülendiğini görünce şaşırdım. 

İlk çekirdeğe yaklaşık 30 yıl yaklaştığımızda, bu dünyanın balkonundan evrene baktığımızda sadece element dağını ve oluşumlarını görebiliriz. Bence bu bir yansıma. Bu dünyaya doğmak ilk çekirdektir ve gerçek bir insana dönüşme ile evrenin noktadan noktaya genişlemesi arasındaki ilişkiyi anlıyorum. Bu uzantı. Bunun bir amaç değil, yerimize yakışır bir hizmet olduğunu ve tarih boyunca ileri medeniyetlere sahip insanlar anladığım doğa ile değil, kendimle döndüklerinde ortaya çıkabilecek bir sır olduğunu biliyoruz. 

Görüyorsunuz, kalıntılar ve oluşumları da insanlara hizmet etmek için var ama hala 

gibi isimler duyuyorum ve bana gördüklerimin çoğunu ve size vereceklerimi gösteriyorum. 

Dünya'nin hayatımı değiştiren ve Sezgi Kapısı'ndan geçer geçmez ilk çekirdeğe ulaşan ilk patlamasıydı. Bu yüzden ilk patlama evreni ve aşkı yarattı. Ebedi varlığı bağışla.

Ancak bu aşk, cinsel komplo etrafında dönen bir aşk değil, geleneksel zorlamadan dürtüsel üremeye doğru değişen, insan hayvanlığına faydalı bir aşktır. Her şey Tanrı'ya olan sevginize dayanır. Her şey bununla başladı ve bitti ve biz bu Dünya evreninin balkonunda keşfedebildiğimiz ilk çekirdekte doğduk, şimdi onu burada, Yükseliş'te bulabiliyoruz. Kendimizle ilgilenmeyi bırakmalıyız. Ve kesinlikle içimizde bir yerlerde. Bulduğumuzda etrafımızdaki her şey oradadır. Tüm savaşların, isyanların ve hatta yıkımların onun bağımsızlığı olmadığı ortaya çıktı. Ve bir kadını gerçekten sevdiğimi söylediğimde, olgunluğa ulaşacaksın, onun gözlerinde eskisinden daha derin duygular görebileceğin, sezgiye ulaşacaksın. farkında. arasında. Mükemmel ve ölümsüz olun. O zamandan beri, çok geç olmadan, bu dünyevi yolculuğun nihai hedefi olarak seni seviyorum ve sen de bizi seviyorsun. Rüya boşluğunda daha önce yakaladığım aşktan beni soyan cehaletim ve kafa karışıklığımdı. Yanılıyorsam aşkının beni korkutmasına izin verme.

Dünya

Dünya... Evimiz, ile alakalı ne kadar şey biliyoruz acaba? 4.5 küsur milyar yaşlarında olduğu iddia ediliyor. Hepimiz okulda gördük bu tarz şeyleri dünyanın eskiden düz olduğuna inanmış olduğu sonradan bilim ve teknoloji yardımıyla yuvarlak bulunduğunu daha şu demek oluyor ki geoid bulunduğunun anlaşıldığını öğrettiler. Bir boşluk olan uzayda güneş denilen bir yıldızın çevresinde döndüğünü söylediler. Biz de inandık. koskoca bilim adamları dedik bu tarz şeyleri söylüyorlarsa bir bildikleri vardır dedik. O kadar uydu fırlattılar,  füze fırlattılar, insan fırlattılar basit mı bu işler dedik, dedik de dedik ... Dedik fakat biri de ya bunlar o şekildeki değilse  demedi. Ya tamamı yalansa. Bunları niçin mi söylüyorum. Çünkü son zamanda olan vakalar beni şüpheye götürdü. Hani bileniniz var mı bilmem fakat şu simpsonlar çizgi dizisi vardır ya hani üstünde birçok komplo teorisi atılan, geleceği güya tahmin eden çizgi diziyi izleyince bende şüphelenmeye başladım. Son zamanlarda ‘da dünyanın düz olduğu mevzusunda da birçok video ortaya atılmaya başlandı, corona virüsü, çekirge istilası vb. Olağandışı vakalar üst üste binince insan talep eder istemez şüpheye düşüyor acaba bunlar harbiden geleceği tasarlıyorlar mı ? Yoksa bunların tamamı koca birer saçmalıktan mı ibaret. Açıkçası ben bu olanlardan hiçbir şey anlamadım. Mesela corona bir proje diyenlerin iddiaları hayata dair umutlarımızı tüketiyor. Kendi kendinize diyorsunuz ki bu kadar etken virüs yapmış olup kontrollü bir halde istenilen yerlere sıçratabiliyorlarsa bizler bu adamlara iyi mi karşı çıkabiliriz ki. Bu sefer dünyanın düz bulunduğunu korumak için çaba sarfeden kesim bu üst akılın bir planıdır, güzel günler göreceğiz, türkiye merkez seçildi, paracı sistem çökecek, sınırlar kalkacak ve dünya barışı sağlanacak benzer biçimde insanı umutlandıran bununla beraber böylesi bir gücün kuklası konumunda bulunduğunun farkına vardıran ve bunun kabullenilmez bir şey bulunduğunu bile bile özetleyen bu kesim de onlara mı çalışıyor dedirtiyor  Yani bir kişiyi yada bir ideolojiyi övdüğünüzde ya o ideolojinin bir parçasısiniz yahut ona hizmet edip karşılığında çıkar kovaliyorsunuz. bundan dolayı hepimiz sever yaşamı,giyimi,kuşamı muhabbetle bakar sever ne olursa olsun ihtişamı...Kimisi de elindekine şükretmek yerine varlıktadır gözü bir türlü doymak bilmez.Sağlığını sıhhatini farketmez. Ana,baba bilmez kardeş bilmez var ise yoksa çıkar düşünür kadir değer bilmez. Malı mülkü üstünden alsanız;içi boş bir adamla karşılaşacağınız kesindir.Eşi de dostu da arkadaşı da ona gore olur böylelerinin. Menfaatlerine gore kurmuş oldukları dünyada kalıcı ilişkileri de olmaz. Çıkarların bittiği noktada;cenazesini kaldıracak dördüncü şahıs bile bulunmaz.Kime neye kıymet veriyorsa bu dünyada karşılığını ona gore alacaktır insanoğlu..Mal mülk için makam ve mevkii için insanların üstüne basıp bir bölgelere gelebilirsin fakat oradan düşmen oldukca sert ve acı verici olur.Aynı zamanda hafızada kalıcı bir etkisi olur... Yaradanı unutmadan;insanı kırmadan canlıyı incitmeden yaşayıp, eli bol ve gönlü aleni tamamlanacak yaşam en şerefli hayattır. Hayat size hüzzam makamı bile olsa;sizi siz eden değerlerden doğrusu insanlığımızdan dünya malı için vazgeçmemeliyiz... Her iki durumda da yeniden aklım karışıyor bizler kime inanacağız fakat afaki inanırım ki gün gelecek kalem susacak dil konuşamayacak herşey hepimiz susacak.Gözleriniz konuşacak ancak bir yutkunmak ile bir hıçkırık kalacak . ölümden bahsediyorum. boyle bir şeydir işte ölüm. alır sevdiklerinizi izin almadan,vakitsiz,rötarsız. koskoca yaşatın aniden kayboluverir. müzik çalmaz gülmeye kalksan gülemezsin. sen gidersin ve her şey boş gelir geride kalana. biliriz onun varlığını, ansızın gelebilme huyunu fakat bilmez benzer biçimde yaşarız. yüzleşirsek bile yeniden devam edeeiz yaşantımıza. Ölenle ölünmez derler ve seni orda bırakıp giderler. bundan dolayı bu oyun tek kişilik. seyirciler de bir an ilkin bitse de gitsek diye can atarlar sanki gidecek yer varmışçasına. olen için yssananlar siyah beyaz bir filmdir artık. geride kalanlarsa renkli yayına geçmek için sabırsızlanırlar. ekibin fazlalığına bakmazlar,yanında ne getirip ne götürdüğüne bakarlar. özetlemek gerekirse söylemek gerekirse geldin,yaşadın ve göçtün bu dünyadan, 

Bugün

Şöyle derinlemesine düşünün bir. Bugünde mi yaşıyorsunuz yoksa   Pişmanlıklarla dolu geçmişinizde kapana mı  kısılmış durumdasınız?  ...