tarih boyunca birçok insan savaşlar sonucu hayatını kaybetmiştir. Araştırmalara göre dünyanın 300 yıllık tarihinde insanlar birbirini öldürmeden sadece 26 gün var olabilmiş. Artık hayatın bir gerçeği hâline gelen savaşlar, esas olarak farklı ırklar arasında yapıldı. İnsanlar başka ırklardan insanları kabul etmezler ve bu ırkları yok etmeye çalışırlar. Bu süreçlerde empati ve insani değerler olmadan insanlar ne yazık ki hayatlarını huzur içinde yaşayamazlardı. Bu savaşlar devlet yöneticileri tarafından ağırlıklı olarak ırk farklılıkları temelinde kışkırtılmış ve kitleleri bu yöne doğru itmiştir. "Irkçılık" bir zamanlar sadece insanların değil tüm canlıların ölümüne neden olur. Irkçılık, insanları birbirinden nefret ettirerek ve ötekileştirerek geri dönüşü olmayan etkilere sebep olur.
Malcom X ırkçılığın sadece psikolojik bir hastalık olduğunu söylemişti.
Irkçılık ve din çatışmaları yüzünden 2. Dünya Savaşı çıktı. İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok Yahudi öldü. Bu savaşta sadece insanlar değil, sanat ve bilim de kaybedildi. Birçok eski sanatçı ve bilim insanı hayatını kaybetti ya da yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Bu isimlere en güzel örneklerden bazıları şöyledir: psikanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud ve varoluşçu terapinin öncülerinden Viktor Frankl'dır. Sigmund Freud, Yahudi olduğu için Almanya'yı terk etmek zorunda kaldı. Irkı ve dini nedeniyle yaşadığı ülkeyi terk etmesi ve bu savaş nedeniyle aile bireylerini kaybetmesi Freud'u derinden etkilemiştir. Hatta Almanya'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra hastalandı ve öldü. Viktor Frankl, işkence gördüğü bir toplama kampına gönderildi. Bu alanlardaki bilimsel çalışmaları yok edilmiş ve Frankl'a karşı insanlık dışı bir tavır sergilenmiştir. Bu çalışmaların yok olması psikoloji biliminin ilerlemesini geciktirdi. Ancak Frankl hiçbir şeyden vazgeçmedi ve kampta geçirdiği süre boyunca gözlem yaparak Logoterapi'yi kurdu. Bir zamanlar zor bir hayat yaşayan Frankl, "İnsanın Anlam Arayışı" adlı kitabında adını dünyaya duyurdu.
Piyanist...
Piyanist filmi genel olarak İkinci Dünya Savaşı'nı da ele alıyor. Polonyalı ünlü piyanist Wladyslaw Szpilman'ın hayat hikayesinden ilham alınan film, savaşın etkilerini ve filmin kendisini gerçekçi bir şekilde gözler önüne seriyor. savaş birçok kişinin hayatını mahvetmenin yanı sıra, bir kişinin güç kazanması durumunda neler yapabileceğini de gösteriyor.
Milgram'ın deneyimine göre, insanlar orantısız bir güç elde ettiklerinde acımasız olmaktan çekinmeyeceklerdir.
Milgram deneyini duymuşuzdur. eğer duymamışsanız sizin için bir özetleyeyim. Yale üniversitesi psikoloğu Dr stanley tarafından gerçekleştirilen bu deney insanların otoriteye nasıl boyun eğdiklerini anlamak için tasarlanmış. Bu deneydeki kilit nokta şu: insanların kendi vicdanlarını rahatsız edecek olaylara karşı bile otoriteye nasıl boyun eğiyorlar.
Deneyde 3 kişi bulunmaktadır bunlar: öğretmen, öğrenci ve araştırmacı.
öğretmen burda denek oluyor, öğrenci aktör, araştırmacı ise otorite oluyor. deneyden sadece öğrenci ve otorite haberdar ediliyor. öğrenciye bu yüzden aktör deniliyor. öğretmen deneyden habersiz araştırmacının kendisine yönelttiği emirlere uyuyor. öğretmen ve aktör bitişik odalarda tutuluyorlar. öğretmenin eline bir kumanda verilir bu kumanda bitişik odadaki öğrenciye elektrik şoku verecektir. en azından öğretmenin öyle bilmesi sağlanacaktır ve aktör de sanki kendisine şok veriliyormuşçasına sesler çıkartması söylenir. araştırmacı öğretmene aktöre öğretilmek üzere 5 kelimeden oluşan bir liste verir. eğer aktör yanlış bilirse 15 volt elektrik verilecek böylece her yanlış cevabında voltaj 15'er ölçülerde arttırılacaktır ve en sonunda insanı kesin bir şekilde öldüren 450 voltaj sınırına kadar yükselmesi söylenir. deneyin sonucu nasıl olur gibi bir soruyla üniversitede bir anket yapılır ve çoğunluk ne kadar baskı olursa olsun o kadar ileri gitmeyeceğini söyler ama deneyin sonucu bu anketin tam zıttıdır. yani denekler her ne kadar üzülseler de her ne kadar durdurun diye ağlasalar da yine de voltajı arttırırlar
Diğer bir deney ise Zimbardo hapishanesi deneyidir. Bu deneyde, bazı insanlardan gardiyan, bazılarından mahkum olarak hareket etmeleri istendi. Deneyimin başlamasından kısa bir süre sonra koruyucu roldeki bireyler rollerine öyle bir adapte olmuşlar ki mahkum rolündekilere karşı şiddet kullanmaya başlamışlar.
Filmde de bu deneylere benzer konular işleniyor. Drama türündeki 2002 yapımı film büyük yankı uyandırdı ve savaş filmleri dünyasında kült bir eser haline geldi. Wladyslaw Szpilman'ın hayatını anlatan kitaptan uyarlanan film çok sayıda ödül kazandı.
İkinci Dünya Savaşı'nın etkileri tüm dünyaya yansıdı. savaşın başlaması taşları yerinden oynattı. Savaşta birçok insan öldü. Öte yandan hayatta kalanlar, Nazi kamplarında işkence gördü. Sadece Yahudi oldukları için tutuklanan insanlar aç bırakıldı ve hatta hapishanede kötü işkence gördü. Yoksulluk içinde yaşayan insanlar, huzur içinde yaşayabilecekleri yerlere kaçmaya çalışırlar. Ama maddi durumları buna el vermez. Böyle bir ortamda yaşamak zorunda kalan ünlü piyanist Wladyslaw Szpilman, sanatsal arayışını sürdürürken bir yandan da bir restoranda piyano çalarak geçimini sağlamaya çalışır. Ayrıca ünlü Polonya radyo istasyonunda Chopin'in operalarını çalar.
Luftwaffe radyo istasyonu bombalandığında Szpilman'ın rüyası yıkılır. Olayların ardından eve dönen Szpilman, ailesinin ülkeyi terk etmek üzere olduğunu görünce itiraz eder. Ülkesini terk etmek istemeyen Szpilman, ölecekse de anavatanında ölmek istediğini söyler. Bu arada telsizden duyulan bilgilerle Szpilman ve ailesi kalmak zorunda kalırlar. Fransa ve İngiltere, Polonya'nın yalnız olmadığını ve onları destekleyeceğini açıklar. Bu hareket savaşın gidişatını değiştirecek kadar önemlidir. Ancak beklenti gerçekleşmez.
Savaş giderek daha acımasız hale gelerek devam eder. Varşova şehri ikiye bölünür ve Yahudilerin bir bölgede tutulmasına karar verilir. Bu bölgede tutulan Yahudiler yavaş yavaş toplama kamplarına gönderilir. Halk, Alman gücü karşısında çaresizdir ve emirlere uymaktan başka çareleri yoktur.
1922'de Szpilman ve ailesi kampa gelir. Kampa getirilecek olanlar sıraya girerken, Szpilman bir polis memuru sayesinde kaçmayı başarır. Ancak bu kaçış, Szpilman'ın karşılaşacağı zorlukların yalnızca başlangıcıdır. Şehirde hayalet olarak yaşamak zorunda kalan Szpilman, yakalanırsa öldürülmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden bulduğu her boş evde saklanmaya başlar Ancak bu sefer kendini açlıkla karşı karşıya bulur. Yemek için daha önce çalışmadığı hatta çalışmayı hayal bile etmediği işlerde çalışan Szpilman'ın artık savaşacak gücü kalmamıştır. bir keresinde açlıktan ölmek üzereyken girdiği rastgele bir evde korkusuyla yüzleşir. Bir piyano görmüştür. o evde piyanoyu görünce duygulanan Szpilman, ünlü Chopin operasını çalmaya başlar. Tam o sırada askerler tarafından yakalanan Szpilman, öleceğini düşünür haldeyken bir anda asker ile karşı karşıya durduğunu farkeder. Szpilman'ın sanatına hayran olan asker, Szpilman'ı öldürmez.
Szpilman'ı Serbest Bırakan Alman askerlerinin merhametine minnettar
kalır. asker üşümesin diye Szpilmana kendi paltosunu da verir ve gider. Paltosunu giydikten sonra şehrin sokaklarına dökülen Szpilman, Polonyalı askerlerle karşılaştığında içi rahatladı ancak Alman askerinin paltosunu giydiği için ülkesinden gelen bir asker tarafından alman sanılıp neredeyse öldürülüyordur. Son anda: "Ben Yahudiyim". diye bağırır Szpilman ve asker arasındaki diyalog savaşın gerçek yüzünü gösteriyor. Asker, Szpilman'ın neden Alman paltosu giydiğini sorduğunda Szpilman, “Çünkü üşüyorum. " diye cevap verdi.
Bir palto yüzünden neredeyse öldürülecekti kendi ülkesinin askeri tarafından. işte ırkçılığın ve savaşın iğrenç yüzü.
Savaşsız bir dünya umuduyla bir dahaki yazıda görüşmek üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder