Sen


Sen...
Kiminin dünyasında bir figüran kiminin hayatında ise sadece konuk oyuncusun. Gerçi hepimiz burda misafiriz ama...
Hayat denen bu koca sahnede sana bir görev verilmiş. O da kendi senaryonu yazman. Ister kendini başrol yap ister sevipte sevilmedigin sevgilini istersen anneni-babanı yada çoğumuzun yaptığı gibi elalemi başrol yap. Senarist de sensin yönetmen de yapımcı da...
O yüzden kendini sev, sevmeyeni de sev ama kendini kullandırtma. Unutma bu dünya sadece senin. Başkasının değil dedim ya yönetmen de sensin senarist de.
Kimse seni sen kadar iyi anlayamaz çünkü kimse sen değil. Ayrıca bu kimsenin suçu da değil. Çünkü herkes kendi aleminde yaşıyor. Hepimiz tam anlamıyla birer egoistiz. Biraz abarttığımı ve bazılarına haksızlık ettiğimi düşünebilirsin. İstediğini düşün ama tam olarak öyleyiz. Şöyle düşün bir anne çocuğunu sever değil mi? Bu da sorumu tabiki sever ama işin derinine inersek durum hiç de öyle değildir. Çünkü bir anne çocuğunu 9 ay karnında taşır onun sancılarına katlanır, arasıra kendisinden tekme de yer yine de gıkı çıkmaz. Çünkü annedir o. 9 ayın sonunda çocuk dünyaya gelir ve anne rahatlar ama asıl sancılı süreç bundan sonra başlar. Baba bu süre zarfında hiçbir şey yapmaz gerçi yapacak bir şeyi de yoktur ya neyse.
.
Konumuza dönecek olursak anne çocuğunu neden sever? Bu soruyu kime sorarsanız aşağı yukarı aynı cevabı alırsınız: Anne o. Anne sever anne katlanır anne sabreder. Fakat bunların hiçbiriyle alakası yoktur. Başta da dediğim gibi herkes sadece kendini sever. Böyle de olmak zorunda yaşamak için. Peki bu anneler için nasıl geçerli olabiliyor çünkü bir anne çocuğu için gerekirse kendini feda edebiliyor. Hatta insanı bırakalım hayvanlarda da aynı durum söz konusu. Peki nasıl olur da anne egoist olabiliyor. Anne çocuğuna hamile kaldığı günden beri başta da saydığım sebeplerden dolayı yani tekmeleme olsun sancılar olsun bu eziyetler sonucunda dünyaya yeni bir canlı meydana getirmiştir. Onun sayesinde o canlı doğmuştur. O canlı onun parçasıdır ve eziyetlerin bir ödülüdür âdeta hattâ bir araştırmaya göre doğumdan hemen sonra anne çocuğunu kucağına aldığında sanki bir maça çıkmış da kupayı kazanmış gibi bir sevinçle alır kucağına ve biz de buna annelik duygusu deriz. Işin tuhaf yanı  çocuğu babanın kucağına verince babaların %90’lık kısmı hiçbir şey hissetmediğini söylemiştir. Çünkü baba başta söylediğimiz eziyetlerin hiçbirini çekmemiştir. Bu yüzdendir ki anneler de bu işin içinde. Peki leyla ile mecnun veya kerem ile aslı ya da mem u zin gibi efsane aşklar da mı öyle. Ne de olsa mecnun leylası için çöllere düşmüş kerem aslısı için dağları delmiş. Bu kendisinden başkasını sevmeye delil olmaz mı sonuçta kim başkası için böyle davranışlarda bulunur ki.  Bu olaya şöyle basit bir örnek ile cevap vermek istiyorum. Şöyle düşünelim Ali diye biri Ayşeyi seviyor ayşe de aliyi seviyor olsun ve bunlar beraber mutlu olsun aradan birkaç yıl geçtikten sonra  ayşe bir gün ali ben senden sıkıldım artık seni sevmiyorum ben artık ahmeti seviyorum desin ali ne yapar bu durumda ya da ne yapmalı veya ali'nin yerinde siz olsaydınız ne yapardınız. Ben kendi fikrimi söyleyeyim ya benimsin ya da kara toprağın demezdim ama içten içe kızardım kendisine sonuçta bu durumda yapılacak çok fazla bir şey de yok sanırım. Ama eğer insan sadece kendini sevmeseydi bu duruma mutlu olması gerekirdi. Çünkü sevdiği kişinin mutluluğu başkasında bulması sorun değil sadece o orda mutlu mu değil mi mutluysa sorun olmamalı
Çünkü sadece kendini düşünen biri bundan hoşnut olmaz sevdiği kişi başkasını seviyordur bu ona dayanılmaz gelir hatta bu yüzden ya benimsin ya da kara toprağın gibi olaylar meydana gelmektedir. Kısacası sadece kendimizi seviyoruz...

2 yorum:

Bugün

Şöyle derinlemesine düşünün bir. Bugünde mi yaşıyorsunuz yoksa   Pişmanlıklarla dolu geçmişinizde kapana mı  kısılmış durumdasınız?  ...