kötülük


Kötülük nedir? Kul hakkı kötülük müdür? Birini öldürmek veya bir ağacı kesmek.
İnsan nasıl kötü olur? Doğuştan mıdır yoksa sonradan mı kötü olunur? Kötülük göreceli midir? vb. sorular kafamı allak bullak ediyor. Gelin beraber bunlara cevap vermeye çalışalım. Kötülük en basit tabirle bilerek yaptığın bir davranışta çevrendeki canlıların maddi ve manevi açıdan zarar görmesidir. Kötülük doğuştan gelen bir şey değildir en azından ben öyle düşünüyorum. Siz hiç bir hayvanı bile isteye öldüren veya eziyet eden bir çocuk gördünüz mü 3-4 yaşlarına kadar ne yapsanız da o çocuğa kötülük yaptırımasınız ama hayatını çevresinden öğrenen çocuk zamanla sizi taklit etmeye başlar. Yetiştirilme tarzı diyorlar ya aynen öyle. Ne demişler ne ekersen onu biçersin.
Kötülük problemi ya da şer problemi, din felsefesinde kötülük ile mutlak iyi olan bir Tanrı'nın varlığının nasıl bağdaştığı şeklindeki bir sorudur. Sorunu ilk olarak Epikür mantıksal bir formül ile ortaya koymuş, o zamandan beri de felsefe ile hiçbir ilişkisi olmayan kişilerden filozoflara kadar hemen herkesin zihnini meşgul etmiştir.

Kötülük problemini ilk olarak Epikür ortaya atmıştır.

Problemin sunuluşu ve versiyonlarıDüzenle
M.S. II. yüzyılda yaşamış bir Kilise Babası olan Lactantius’un (ö. M.S. 340) aktarımına göre Epikür kötülük problemini bir ikilem biçiminde şöyle formüle etmiştir:[1][2]
Tanrı, ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister de kaldıramaz; veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez; ya da ne kaldırmak ister, ne de kaldırabilir; yahut da hem kaldırmayı ister hem de kaldırabilir. Eğer ortadan kaldırmak istiyor da kaldıramıyorsa, O her şeye kadir değildir; ki bu durum Tanrı’nın karakteriyle uyuşmaz; eğer ortadan kaldırabiliyor, fakat kaldırmak istemiyorsa, O kötü niyetlidir; ki bu da aynı şekilde Tanrı ile uyuşmaz; eğer O ne ortadan kaldırmayı istiyor, ne de kaldırabiliyorsa, hem kötü niyetlidir hem de her şeye kadir değildir; bu durumda da Tanrı değildir; eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor, hem de kaldırabiliyorsa – ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur–, o zaman kötülüklerin kaynağı nedir? Ya da o kötülükleri niçin ortadan kaldırmamaktadır?Epikuros
Problemin bir başka sunuluşu yüzyıllar sonra David Hume tarafından Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla şöyle yapılmıştır:[1][2][3]
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?Öyleyse o güçsüzdür.Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?Öyleyse o iyi niyetli değildir.Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?David Hume
Problem değişik versiyonlarla defalarca tekrarlanmıştır. Kötülük probleminin çok bilinen bir versiyonu da çağdaş filozof John L. Mackie tarafından ileri sürülmüştür.:[4][5][6]

Tanrı vardır.

Tanrı mutlak iyidir.

Tanrı her şeye kādirdir (Her şeye gücü yeter).

Kötülük vardır.

Yukardaki maddelerden herhangi üçünü kabul eden kişi, dördüncüsünü reddediyor olmalıdır. Yani:

Eğer Tanrı varsa (madde 1) ve mutlak iyiliği (madde 2) istiyorsa ve istediği her şeyi yapabilecek kadar güçlüyse (madde 3) kötülük olmamalıdır.

Eğer Tanrı varsa (madde 1) ve sadece iyiliği istiyorsa (madde 2), fakat Dünya'da kötülük varsa (madde 4) Tanrı istediğini yapamıyor demektir. Böylece Tanrı her şeye kādir değil demektir.

Eğer Tanrı varsa (madde 1) ve her şeye kādirse (madde 3) ve kötülük de varsa (madde 4), Tanrı kötülüğü yaratmış ve mutlak iyi değildir.

Son olarak, eğer Tanrı aynı zamanda mutlak iyi (madde 2) ve her şeye kādirse (madde 3) ve buna rağmen kötülük varlığını sürdürüyorsa (madde 4) böyle bir Tanrı var olamaz.

Din felsefesinde bu sorulara cevap bulma çabasına genel olarak teodise denilmiş ve burada sorunun çözümüne çalışılmıştır.
Kötülük problemi bir dizi teolojik sorun yarattığı için birçok filozof önce "kötülük" kavramını sınıflandırmaya çalışmıştır. Leibniz'e kadar, özellikle de Hristiyan düşünürler, iki tür kötülükten söz etmiştir:

Doğal kötülük ya da fiziksel kötülük: Çağdaş Hristiyan teolog John Hick'e göre "hastalık yapan bakteriler, depremler, fırtınalar, kasırgalar, kuraklıklar ve benzeri durumlarda insan eylemlerinden bağımsız olarak meydana gelen kötülükler" bu gruptan sayılır.

Ahlakî kötülük: Acımasızlık, adâletsizlik, aldatma, kıskançlık, savaş, soykırım, yalan, zulüm v.b. insan kaynaklı kötülüklerdir.

Bu sınıflandırmada ahlakî kötülüğün sorumlusu olarak insanın kendisi ve özgür iradesi gösterilmiş, tartışma "doğal kötülük" kısmında süregelmiştir. Leibniz bunlara daha sonra bir de "metafizik kötülük" kavramını ekleyecektir. Çağdaş teologlar kötülükleri bugün de kaynaklarına göre benzer şekilde sınıflandırmaya devam ederler.

iyilik


İyilik...
Yaşlı birini karşıdan karşıya geçirmek iyilik mı? Peki ya kimsesiz birini sevindirmek? Yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek de mi iyiliktir? 
Kiramen katibin meleklerinin yazmakla görevlendirildiğine inanılan iki olgudan biri. İyilik neye göre kime yapılmalı. Bence bunların hepsi birer palavradan ibaret. Çünkü iyilerin %99.999’u cennete girmek için iyilik yapıyor. Bunların yarısı da sırf iyilik yaptığını görsünler diye yani gösteriş için yapıyorlar. Eğer iyilik umurumuzda olsaydı ahirete gerek kalmaz dünyada cenneti yaşardık. Güya bizi yaratan da “sonsuz” iyi olacak. Bu da koca bir yalandan başka bir şey değil tıpkı diğer tüm bildiklerimiz gibi. Bir kere şunu sormak lazım sonsuz iyi olan biri neden cehennemi yaratsın ki. Değil mi ama. Biri şimdi çıkar da 
- E bu bir sınav kardeş tabi ki cehennem olacak ki kötüler cezalarını çekebilsin. 
derse lütfen demesin. Madem ki bu kadar iyileri önemseyip cenneti yaratıyorsun neden kötü olanların kalplerine iyilik aşılamıyorsun. Ya da doğru soru şu olmalı ne diye sınava sokuyorsun bizi canın mı sıkılıyor da bizi kukla gibi oynatıyorsun eğer durum böyleyse kendine ben sonsuz iyiyim diyemezsin. Bırak sonsuz iyiliği sen bu durumda sonsuz kötü olursun. Son zamanlarda insan ve toplum için kaybedilen değerleri vurgulayan birçok söz okuduk. Özellikle medya dediğimiz paylaşım alanında sosyal medyadır. Eminim görmüşsündür. 
Pek çok mesaj, yaptıkları iş için hak ettikleri ödülleri alamayan insanlar tarafından sürekli hayal kırıklığına uğrar ve ihanete uğrar ve 
arkadaş işten uzakta olduklarında onları arar. 
Kimse demiyor: 'Bana güvenen bir arkadaşımı hayal kırıklığına uğrattım, bana güvendi, arkadaşım bana güvendi ama 
güvenine ihanet ettim, akrabamdan borç istedim ama artık ödemedim. Biri insanlığıma inandı, bana kefil oldular, sözümü bozdum 
, kaçtım, aileme ve arkadaşlarıma tüm borçlarımdan vazgeçtim. Bir kız arkadaş edinmek için her şeyi denedim, onu buldum ama artık sıkıldım, umurumda değil, başkasının peşindeyim Gittikçe daha çok aldatıyorum. '
Hiç böyle bir mesaj okudunuz mu? Bunu daha önce hiç görmemiştim. Hepimiz sütü biten beyaz kaşıklar gibiyiz. Kanatlarımızdan biri kayboldu. 
Azizler gibi melekler gibi dolaşıyoruz. Hepimizin birer iyilik abidesi olduğumuzu düşünürdünüz, hepimiz adalet, hukuk, empati, dostluk, insani duygular ve vicdan için öldük. 
O kadar iyiyiz ki kelimelerle anlatamayız. Hep ihanete uğradık, hep sevdik ama aşkımız anlaşılmadı. Her zaman dürüstüz, her zaman iyiyiz ve her zaman hayal kırıklığına uğradık. Biz hala iyiyiz ama herkes hala kötü. 
Burada sıkışıp kaldım. Başından beri, biz kimiz ve diğerleri kim? İşini kaybeden arkadaşlar hakkında paylaşılan 
yorum ve mesaj çok ilginç. Herkes iş arayan ve arayan 
arkadaştan bahsediyor. 
Ama burada insan hatası bile gerçek mantıksal hata yapar. 
Dost dediğimiz kişi biraz düşündükten sonra bizi aramalı. Ne zaman geri arayacak? Ayrıca işe gelince 
akraba ve ihtiyaç sahibi arkadaşlar lütfen beni arayın. Beni aradığında beni yakından gördüğünü biliyordu, sorununu çözebileceğime inanıyordu, ne olursa olsun bana güveniyordu. 
Şans eseri, işimi düşündüğümde beni arayacağını düşünen bir arkadaşım var. 
"İşim var, 
benden yardım istedi mi? O" sivrisinek gibi, özellikle bir arkadaşının başı beladayken yardım isteyen birinin yardım talebini nasıl yorumlarsınız? 
Bu bir arkadaşın amacı değil mi? 
Bir arkadaşınız ihtiyacınız olduğunda size yardım etmiyorsa veya ihtiyacınız olduğunda arkadaşınız size yardım etmiyorsa, arkadaş terimini neye dayanarak kullanabilirsiniz? "Arkadaş" dediğin nedir? Herkes düğüne gider, herkes yanınızda olur iyi günler. O 
kötü gün, zor zamanlar ve ihtiyacınız olduğunda her zaman yanınızda değil mi? 
Yapabileceğin bir şey varsa, sahip olduğun gücü sevdiklerin için kullanma, senden yardım isteme. 
Bu duruma ne demeliyiz? İnsanlık, dostluk, iyi niyet? 
Bu, konsepti nasıl değiştirdi? 
Bazılarımız dedi ki: bir aşkım var "" Acıma değil işlemlerden bahsediyoruz çünkü karşılıklı alışveriş var! İnsanlara fayda sağlamıyoruz, yaptığımız sözde iyiliklerin karşılığını bekliyoruz ve bizim için hiçbir şey yapmıyoruz. Sıklıkla, “Düşüncelerinizin size adınızı söylemesine izin vermeyin. Bu yüzden soruyorum, "Neden insanlar beni anlamıyor, neden yalnızım, neden hiç arkadaşım yok?" 

"İşsizlik" diye bir şey yoktur. Gerçekten de insanlar işsiz olduklarında birbirlerini, işsiz oldukları için ararlar. Yapabilirsek, yapacağız ve yardım edeceğiz. Bir sonraki önemli şey, bu insanların nasıl tepki verdiğidir. Sayılar. Hayatlarımızı değiştirebilecek ve bu şeyleri başarmamıza yardımcı olabilecekleri aydınlatın. Fark yaratabilecek huzuru deneyimliyoruz. Üstelik sadece arkadaşlara değil, yabancılara da yardım edebilirsek, bunu kendimiz yaparız. Elimizden gelenin en iyisini yapmak insani sorumluluğumuzdur. Çağrılmaktan ve yardım istemekten utanıyorsak, rahatsız hissediyorsak, bu gerçek bir sorundur. gerekli, ihtiyaçlar. Neden bir şansınız varken yardım etmeyi reddediyorsunuz ve fırsatı veya fırsatı başkalarıyla paylaşıyorsunuz? Paylaşmak ister misin? Ayrıca, "İşteyken telefon alıyorum" ile ne demek istiyorsun? Taşıman tuhaf değil mi sence? 
Lütfen korkma. İnsanlar düşündüklerinde seni ararlar. Merhametli, Barış için kimse ölmez. Ne olursa olsun, her zaman arayın, sorun ve arkadaşlarımıza, arkadaşlarımıza ve akrabalarımıza sorun. Önemli değil! Asıl sorun şu ki, yardım edebileceğin zaman kimse seni aramaz. Çünkü gerçek yalnızlıktır. Dedikleri gibi: İyi şeyler yapın ve denize atın, balığı bilmiyorsanız Harik'e bildirin!


zaman


Geçmiş, şimdi ve gelecek...

Zamanı bu üç parçaya ayırdık. Bazılarımız geçmişe takılıp kalıyor, bazılarımız anı yaşıyor bazılarımız ise sadece geleceğe odaklanıyor. Peki neden? Neden zamanı böyle ayırdık. Sonra her birini farklı dilimlerine ayırdık. Yaşamı kolaylaştırmak için mi. İyi de kardeşim böyle daha zor olmuyor mu? Zaman sınırları koyup tıpkı diğer şehir ve ülke sınırları koyduğumuz gibi kendimizi bir nevi hapse tıkmış olmuyor muyuz?

 Oysa zaman sınırlamamız olmasa herkes olabildiğince ve canı istediği kadar özgür olsa (tabi başkalarının özgürlüklerine müdahalede bulunmadığı sürece)

Mesela saat 7.00’de kalkma gibi bir zorunluluğumuz olmasa güneşle beraber uyuyup güneşle beraber uyansak. Doğaya uygun hareket etsek o zaman görelim bakalım hastalık diye bir şey kalıyor mu savaş diye bir şey kalıyor mu. Biz yeter ki doğaya uygun olarak yaşayalım. Doğa ana bize bakar.

aslında sorun zamanda değil, evrenimizde en adil belkide tek adil dağıtılan kaynaktır. sana bana ona aynı miktar ve aynı zamanda verilir. sen on yılını bana ver ben beş yılımı sana vereyim diyr bir şey yoktur. bir saat bana da altmış dakikadır sana da altmış dakikadır. zamanı biriktiremezsin,ben 5 yılımı 10 yıl sonra kullanayım diyemezsin, saklayamzsın.525 948 766 dakika herkese her yıl verilir. aynı anda ve aynı miktarda. kimse  bir salise bile fazla kullanamaz.
maalesef ki sorun bizlerde. ayrı ayrı hepimiz zamanı farklı algılıyoruz. bu yüzden zamanımızı iyi yönetemiyoruz bu yüzden hep zamanın yetmediğmden şikayet ediyoruz. bunu düzeltmek için öncelikle bakışımızı başka yöne çevirmeliyiz yani bakış açımızı değiştirmeliyiz.ancak böyle yaparsak zamanın kölesi değil hakimi olabilriz. zaman bizi yönetemez biz onu yönetiriz.
zamanın yetmemesini hep dış etmenlere mesela tam o kitabı okuyacaktım arkadaşım aradı ve gitmek zorunda kaldım gibisinden sebeplere bağlarsanız zaman yönetme tekniklerini kullanmanız biraz güçleşebilir. kullanılan teknikler işe yaramadığında bu sefer yine bir çıkmaza girer ve bu kısır döngüden kurtulamazsınız.
zamanın hakimi olabilmeniz açısından a'dan z'ye uygulamanız gereken adımlar:
I. kendinizi yönetebilyorsanız zamanı hayli hayli yönetirsiniz
alışkanlıklarınızı gözden geçirin ve size yaraı dokunmayan her tür alışkanlığınızı bırakın yerlerine faydalı olanları koyun.
II.kendinizi ve zamanı yönetebiliyorsanız bu zamanı hem işinize hem ailenize hem de çevrenize yeteri kadar dağıtabiliyor olmanız lazım.
bu terazinin bir kefesi bir milim bile kaydı diyelim. başta kurallar olmadığı için bir rehavete kapılabilirsiniz ama sosyal ve aile ilişkileriniz sekteye uğradğında anlarsınız bu kuralların ne denli önemli olduğunu.mesela arkadaşlarınızla aranız çok iyi diyelim neden çünkü onlara çok vakit ayırıyorsunuz. sürekli onlarla birlikte vakit geçiriyorsunuz ama diğer taraftan iş hayatınız sekteye uğrayabilir ya da ailenizle aranız açılabiliro yüzden bunları bir önem sırasına koymak icab eder.
ilk olarak bir yapılacaklar listesi belirleyin ve o listeyi de acilden acil olmayan doğru bir sıralam ile sıralayın. sonra onlara ne kadar vakit harcayacağınızı hesaplayıp yanlarına yazın ve son olarak o listedeki maddeleri teker teker yapmaya çalışın.
V.karlı biri olmak başarının en temel anahtarlarının başında gelir.
alamadığımız her karar sırtımıza yüklediğimiz bir yüktür. ve önümüze gelen her karar alma durumunda bu kararsızlık durumu devam edilirse artık ilerleyemeyecek duruma geliriz. o yüzden bir an önce bir karar vermeliyiz. ne demiş bilir kişi en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir.
VI.gideceği yeri bilmeyen gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.
bir amacın yoksa ve ne yapacağını da bilmiyorsan zamanını boşa harcarsın ve hayatından hiçbir tat alamzsın. bu yüzden günlük, aylık, ve yıllık olmak üzere planlar yapın ama ilk önce hedefinizi belirleyin ve planılarınızı o hedefin etrafında kurun ki ne yapacağınız ne yapmayacağınız belli olsun ve hedefinize emin adımlarla ilerleyebilesiniz.
o kadar da zor gözükmüyor değil mi. gerçi bu bir irade meselesi. iradesi güçlü olan kazanıyor zaten.

Merak


Merak...

Kimilerine ampulü bulduran, kimilerine ölümü tattıran Bir olgu. Kimisi merak eder tarih yazar kimisi merak eder mezar kazar.

Çok garip bir duygu şu merak...

O olmasaydı kim bilir ne haldeydik şimdi tabii kötü yanları da yok değil 

Bilimi merak edersin bilim insanı olur evrenin sırrını çözersin ya da bağımlı maddeleri merak edersin hayatını bitirirsin

Felsefe meraktan doğmuştur mesela. Ayrıca meraklı bir beyin sürekli çalıştığı için gelişmeye de çok açıktır ve şunu söylemem lazım dahiler merak eder. Bir düşünün ki hayatınızda merak diye bir duygu yok ne yapardınız? Yapacağınız en kolay iş bile günlerce sürebilirdi eğer meraklı olmasaydınız. Neden çok basit bir örnek verecek olursam eski çağlardaki avcılar eğer acaba ben bu avımı nasıl daha hızlı bir şekilde avlarım diye merak etmeseydi normalde mızrakla 10-15 dakikada yakalayacağı av için en az 2 yada bilemediniz 3 saatini veya tecrübesiz biriyse belki daha uzun bir süresini harcayacaktı. İşte merak böyle böyle insanoğlunun gelişimini sağlayarak bugünlere getirdi.

merak şöyle bir duygudur ki bir kaç örnek ile açıklamaya çalışayım. Eğer insanlar güneşin neden doğup sonra da neden bir süre sonra battığını merak etmeseydi dünyanın döndüğünü anlayamazdı (gerçi ben bu konuda biraz şüpheliyim. yani daha önceki bir yazımda (Dünya) bundan bahsetmiştim dünya ile ilgili söylenen bunca şey doğru olmayabilir mı acaba. işte bu da merakın bir ürünü) büyük deryaları yani denizlerin sonunda ne var acaba diye merak etmeseydi gemileri inşa edemezlerdi, merak olmasaydı bugün ne tıp bilimi olurdu ne psikoloji ne de diğer bilimler. olduğumuz yerde sayardık.  şimdi öyle bir zamana geldik ki sanki keşfedilecek herşey keşfedilmiş daha da bundan ötesi olmaz gibi geliyor insana. robotlar,yapay zekalar. inanabiliyor musunuz sizin gibi düşünebilen bir makine,teneke parçası ya ama ya daha ötesi varsa, ya hiç bir şey size anlatıldığı gibi değilse. Bu
yüzden de tüm dünya çocuklarının içinde zaten var olan merak duygusunu uyandırmalı ve bize sundukları fikirlerini,düşüncelerini her ne kadar bize saçma gelse de onemsedigimizi göstermeliyiz ki şevkleri kırılmasın aksine daha çok artsın. 
bunu yaparak çocukları daha o yaşta merak etmeye sevk edersiniz ve o çocuk bir sorunla karşılaştığında acaba bunu nasıl çözerim diye çözüm yolları arayan faydalı bir birey olur. 
bunu nasıl yaparız?
*bir çocuk veya sizin kendi çocuğunuz size bir soru sorduğunda onu elinizdrn geldiğince yanıtlamaya çalışın ama öyle bir şey söyleyeyim de basimdan savayım türünden cevaplar değil, onları düşünmeye sevkeden ve merak etmesini sağlayacak cevaplar vermeye çalışın. 
Örneğin:
-Babacim, uçaklar nasıl uçuyor?
-Kocamam kanatları var.
-kuslarin ki gibi mi?
-evet ama biraz daha büyük. 
-ne kadar büyük ?
-peki ne kadar büyük?
-bir bina kadar büyük 
-peki neden düşmüyor. 
-bilmem neden olabilir?
-Rüzgar olabilir mi. Rüzgar üfleyerek uçağı  uçurur.
- evet afferin sana
 işte böyle olumlu diyaloglarladüşünmesini sağlayın. 
*Anneler, babalar çocukları rahat bırakın istedikleri gibi dağıtsınlar, kessinler, yapıştırsınlar. tabi sonra dagittiklarini toplasınlar.  Bu onlara sorumlu bir birey olmayı öğretir. onların yaptığı şeyleri düzenleme ve bitirme işlerine yardım edin ki sizin de onu onemsediginizi anlasin. bunları basit bir şekilde resim yaptığında resmini çok beğendiğini ve duvara asmak istediğinizi söyleyin. yaptığı kartondan bir arabaya inanamıyorum bu basit kartondan bunu nasıl yapabildin diyerek haranliginizi gösterin ve onu komşularınıza arkadaşlarınıza göstererek çocuğunuzu onure edin. başarının anahtarı ayrıntılarda gizlidir. yeter ki biz de çocuklarımıza örnek oluşturabilecek bir profil çizelim fakat kacimizda   merak ettiğimiz şeyin peşinden koşturacak sabır ve dirayet var. bilim adamlarınca yapılan araştırmalar merak duygusu ile bir bilgi öğrenmenin arasında ciddi bir bağlantı keşfettiler. peki eğitim kurumlarımız bu özel duyguyu yeteri kadar besleyebiliyor mu? bir öğrenci parmak kaldırır merak ettiği bir şey sorar. öğretmen de genelde (tabii işini hakkıyla yapan öğretmenleri tenzih ediyorum) daha oraya gelmedik, arkadaşlarının kafasını bulandırma şimdi, fazla düşünme kafayı yersin gibi çeşitli heves kırıcı aynı zamanda merak duygusundan soğutan cevaplar veriliyor. en azından ülkemiz için söylüyorum. 
Sistemi eleştiriyorum da kaçımız bir şey keşfedecek kadar meraklıyız. kaçımız merakımızın peşinden koşacak kadar sabırlıyız. Araştırmalar merak ve öğrenme arasındaki ilişkinin ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor. Peki okullar merakı yeteri kadar besleyebiliyor mu? Öğrencilerin sorduğu sorulara “Dur daha o konuya gelmedik”, “Dersi kaynatma”, “Arkadaşlarının kafasını karıştırma”, “Zamanı gelince öğrenirsin” yanıtlarının verildiği bir eğitim sistemi ile eğitiliyoruz en azından ülkemiz için söylüyorum. Okul diyorum da evlerimiz sanki çok mu farklı. küçüklükten beri bize susmak büyük bir erdemdir diye öğretildi hala da öyle. Elin İngilteresinde ise durum bizim zıddımız. Kedilerin tüyleri nasıl çıkar,Dünya ne kadar yaşlı,bulutlar neden pembe değil. bu sorular 4 yaşındaki bir çocuğun soruları. ingilterede yapılan bir araştırmaya göre 4 yaşındaki bir çocuk günde 390 soru sorarken, 9 yaşındaki bir çocukta bu sayı 144’e düşüyor. Peki zaman içinde neden daha az soru soruyoruz? Yazar Ian Leslie merakı düzenli olarak çalıştırılmadığında zayıflayan bir kasa benzetiyor. onu ne kadar çok çalıştırırsak o kadar gelişme gösterir.Merak öyle bir duygudur ki ilk çağlardan beri tüm keşiflerin başlangıcıdır. Eğer
insanoğlu neden güneşin bazen kaybolduğunu merak etmese dünyanın döndüğü anlaşılamazdı. Eğer insanlar
deniz ötesini merak etmeseydi gemiler yapıp keşiflere çıkmazdı. Eğer insanlar bedenlerini merak etmese tıp
bilimi ruhlarını merak etmese psikoloji bilimi var olmazdı. Ancak bazen insanoğlu tüm keşifler bitmiş ve
keşfedecek bir şey kalmamış gibi davranır ve rehavete girer. Oysa daha keşfedecek çok şey var evrende. Bunun
için de çocuklarımızın içinde var olan merak duygusunu uyandırmalı, fikirlerini yargılamadan dinlemeli ve
düşüncelerini eyleme dökmeleri için desteklemeliyiz.
Bu amaçla çocukları küçük yaştan itibaren yoğurmak ve ruhlarına bu duyguyu ekmek gereklidir.
Peki ama nasıl?
*Çocuğunuz soru sormaya başladığı andan itibaren sorularını cevaplayın, onları susturmayın ancak daha da
önemlisi onların sorularına hazır lokma cevaplar vermeyin. Düşünmeye sevk eden cevaplar onların zihnini daha
iyi çalıştıracaktır. 
Örneğin:
-Baba, kuşlar nasıl uçar?
-Kanatları var, ancak başka sebepler de olsa gerek.
-Ne gibi sebepler?
-Düşünelim birlikte, ne olabilir? (Sorularla onu düşünmeye sevk edin)
-Bilmem, güneş mi?
-Güneşin ne etkisi olabilir sence? (Fikirlerini anlamsız bulduğunuzu sakın söylemeyin)
-Güneş kanatlarını kurutur ve hafifletir.
-Hiç böyle düşünmemiştim aslında iyi fikir. (Fikir üretmesini teşvik edin. Yıkıcı biçimde eleştirmeyin)
-Başka ne sebep olabilir?
-Rüzgar olabilir. Rüzgar üfleyerek kuşu uçurur.
-Evet bu konuyu biliyorum. Kuşlar rüzgarın kaldırma kuvvetinden ve hava akımlarından yararlanır. (Keşiflerini
toparlamasına yardımcı olun)
-Baba keşke ben de uçabilsem.
-Uçan insanlar olduğunu biliyorsun.
-Ama nasıl başarmışlar?
-Hadi internetten bakalım, bunu nasıl başarmışlar?… 

İnsan


İnsan...

 Dünya gezegeninde yaşamakta olan bir tür 

Nasıl oluştu bu tür? Hâlâ da tartışılır. Dini kesim âdem peygambere bağlar bunu çok değerli bilim insanlarımız da bizi maymun eder ve maymundan geldik derler. Ben de bir zamanlar dini tayfadaydım ama biraz daha büyüyüp sorgulamaya başlayınca mantıksız gelmeye başladı. Tek bir insandan koca dünya nüfusu oluşacak üstelik hepsi de ayrı ırktan hadi buna inandım diyelim peki adem peygamber nerden geldi dersek de bu sefer topraktan yaratıldı hikayesine döner olay. Bilimsel takılayım dedim ama onlarda bizi hayvanlaşmaktan öteye götüremiyor. Neymiş biz önce proteinmişiz de sonra balığa dönmüşüz de sonra şartlar gereği denizden karaya çıkmışız da ordan başka türe ordan bilmem başka türe sonra da maymun olmuşuz (görüntümüz benziyor ya) ve en son insana dönmüşüz bu dönmüş halimizse...


İnsan en başından beri her şeyin merkezinde midir? İnsan olarak hiç tanımadığı bir diyara bu dünyaya ziyaretçi olarak girer. Başlangıçta, bu dünyaya açılan kapı, babanın spermi bir dişi yumurtasıyla buluştuğunda ortaya çıkan insan vücuduydu. Bu çekirdek aslında evrenin balkonu olan dünyadan geldiği sonsuz bölgeyi gözlemlemek için gelir. Ne de olsa 

Dünya'nin uçsuz bucaksız genişliğinde gösterilen güzelliklerin ve mucizelerin birçoğunun birileri tarafından görülmesi gerekiyordu, 

İlk olarak, bir erkek anne karnında bir bebektir. Dokuz aylıkken doğmaya hazır olduğunda, yemeğini emmeyi ve ilk nesnesi olan annesi 

Dünya'da yaşamayı tercih ediyor. İlk aşkı 

Anmesi idi. Sıcaklığından emdiği sütle bulundu, korundu ve bakıldı. başından beri annesinin geleceğini düşünen insanların sevgisiyle büyür, gelişir ve yürümeye başlar. Yıllar geçtikçe, insanlar organları geliştikçe dünyadaki şeylere tepki vermeye başlar. Dünyada o kadar çok nesne ve belge bulundu ki hepsini bulması gerekiyor. Henüz bir bilim çağı olmasa da, bu nesneleri elle, bazen ağız yoluyla hisseder, tat alır, gözlemler ve elementlerin çeşitliliğine hayret etmeye çalışır. .. .. Bebek yürümeyi öğrendikçe ve annenin koruma çemberinden çıktıkça, bebek daha fazla nesne ile etkileşime girer. İlk merakı gibi, daha fazla merak ve keşif peşinde koşmak için büyümeli. Sevgili ilk annesi onu büyütmek için aynısını yaptı. Bu onların inandıkları dindir ve şu anda onun bulduğu fiziksel dünyevi vaziyettedir. Aynı zamanda beynine saplandı. Bilim de hayatına girdi ve 

Bilimin laboratuvar ortamında, elementlerin çeşitli tepkilerine hayran kaldı. 

Evrendeki güneş sistemini, yıldızlarını ve gezegenlerini gözlemledi ve güneşin ihtişamıyla hipnotize oldu. Aleve şaşırdım. ..




Bazen ay ışığında ay camının karanlığında yemek yerken ağlar. Ayrıca ona neden doğduğunu, neden yaşadığını ve öldükten sonra ne olacağını söyleyen bir takım değerlere, bir inanca sahiptir. Büyüdüğü zaman onun çekirdek akılda tüm rakamlar artık neredeyse tamamen vardı, o da nereden geldiğini ve o ailesi, kültür ve onun okul aracılığıyla geldiği. Ben katılacağım öğrendi. 

Yaşadığı dünya ve yaşadığı sonsuz evren hakkında bir fikri vardır ve en büyük silahı, bazı insanlara olan inancıdır, bilimin mantığıdır. Şeyler ve o bu araçlarla yaşayabilir ve bir dahaki sefere kesinlikle ölecek. Bu araçlarla, bazı insanlar varlıklarını görmenin tadını çıkarabilir ve geçmişi aşabilir. 

Ama "olumlu olmayan" dediğim bazıları var ve bu sosyal öğretilerin hepsinin evreni anlamak ve varlığını gözlemlemek için yeterli olmadığına inanıyorlar. Elbette insanlık tarihi boyunca var olan tüm dinlerin ve bilimsel verilerin ışığında okudukları fikirlerin peşinden gidenler olmuştur. Onlar insanlara atfedilen şekli dayatma ve oluşum olduğuna inanıyoruz. .. O onun doğadan ayrılmış ve kontamine olmuştur inanmaktadır. Kibir ve gönül rahatlığından daha fazla bir şeyin kasırgasıydı. Yaşlandıkça aileden ve toplumdan uzaklaşma fırsatım arttıkça bu sarmalın içine daha çok itiliyor. Hayır, benim empoze edildi olandan farklı bir durum olduğunu, bu yıl 

, din olmalı ve bilim kadarıyla öğrenebilirsiniz olarak, biz bir olamaz açıkladı. Kültürleşme 

toplumun yapısından fışkırır, daha fazlasına ihtiyaç duyar, bunu sesten bilirsiniz, daha derin duygulardan, 

bundan daha fazlasıdır, ama nedir? ?? Bu uyumsuzluk sonra, yaşına kadar anlatılan şeyi bir kenara koyar tekrar okuyan başlar iken beş dış duyumlar gelen gözlemleyerek çalışmalar din tarihi, edebiyat ve mitoloji ile ilgilenmektedir. Girdiğiniz zaman, onun iç dünyasının gizemli kapılarını keşfetmeye başlar. Dev kapılar hayatınızı değiştirecek. 

En ilkel dürtülerinin ve duygularının baş koruyucusu, daha önce onu dünyanın tehlikelerinden korumuş, varoluşsal kaygılarını gidermiş, cinsel olarak yenilenmiş ve hayatta kalmak için bir savaşçı hissetmesini sağlamıştır. ve onu kalıcı bir şekilde korumaya hizmet etti, menşe kaynaklarının ana deposudur. İlk baharı SEZGİ

'nin eşiğini geçme şansına sahip olunca hayatı değişir. Bu kapının arkasında, ana rahmine düşen ilk 

çekirdeğin doğası, evrenin sırları, varlığının tek nedeni ve balkondan hakikati görmemizi sağlayan bilgiler vardır. Bu dünya. Bu harikalara ve onları bulana kadar ne kadar hayal kırıklığına uğradık. Geçmişte neyin kaybolduğunu görmek zor. O hala oradadır, ancak beş duyunun bilimsel ve kültürel koşulları nedeniyle görünmezdir, bu yüzden size öğretilenin ötesine geçmeyin. Cehennemin korkularıyla kaplı. sonra yanıyorum. Bana öğretilen hatam, sosyal araçlar tarafından dayatılsa bile gizlidir, gizli tutulur ve görünmezdir. Bu benim gizli korkum. Şimdi her şey daha parlak ve daha net ve Tanrı'nın Sesi 

benimle açıkça konuşuyor. Laboratuar ortamında öğrendiklerinizden veya kitap notlarındaki bilgilerden daha heyecan verici.



Toplumsal rolümle üreme, üreme ve evlilik için gerekli basit ilkel duygular olarak bana dayatıldı. Avantajımı besleyen ve oğlumu serbest bırakan bir dişi bularak hayvani yönüme, ilişkime ve üreme dikkatime yardımcı olduğunu düşünüyorum. Bir kadının elini tutup gözlerinin içine baktığım zaman, onu sevdiğim zaman, sanırım 

benim hislerimin adıdır, bana sen öğrettin, ölmeme izin verdin. gerçek sermayem. Servetim, gözlerimden siyah rengi çaldın, beni küçülttün, beni insan olmaya zorladın, aslı, özü ve hakikisi ile gerçekliğe indirgendin, gerçek cehennemi yaşattın, aslımızı sakladın ve öldükten sonra cennette bizi cennete gitmek için beklettiniz, siz insan onunla birlikte tüm potansiyelini açığa çıkardınız, onu yeryüzüne aldınız, onu yabancılaştırdınız ve ben 'orijinal halinden çıkardım. Üzerine koyduğunuz korku, bu renge verdiğiniz orijinal anlamdan dolayıdır. İçinde, hayatının versiyonunu yaşamasını engelliyor. Hollywood'un emriyle yarattığın kırmızı kuyruklu ateş iblisine insanları inandırdın ve insanlar seni takip etmezlerse onu kazanda pişireceklerini söylediler. Milyonlarca insan sosyal ve hayvani yönlerine hakim olmaya ihtiyaç duyabilir ama belki de haklısınız, Keşfedin ve Intuition'nin devasa kapılarından adım atın. Bu başkalarına bırakılmalı. .. .. Neredeyse 24 yaşındayım ama her zaman etrafta değilim. Bir beynin maymuna dönüşebileceğini düşünen standart bilim adamlarından biriyim. İnsanları biyopsikolojik bir perspektiften düşünen, sürtüşmeyi azaltan ve sorunlardan kurtulan biri. 

Ben normal bir insanım ve duyguların iki nörotransmitter tarafından üretilen kimyasal reaksiyonların sonucu olduğuna inanıyorum. 

Kalbime yakın olan duygu ve duyguları üreten ana düşünce kaynağıdır. Beynimdeki 

kimyasaldan oluşuyor. Beynin öğrenme sürecinde meydana gelen tüm sinir gevezeliğini bastırır ve 

çekirdeğe çarparsanız, başlangıçtan itibaren karanlık ve neredeyse hiçbir şey hissetmezsiniz. 

yıllık madencilik ve biçimlendirmeden sonra sistemi yeniden başlatın. Neyin başlatıldığını, geri yüklendiğini ve görüntülendiğini görünce şaşırdım. 

İlk çekirdeğe yaklaşık 30 yıl yaklaştığımızda, bu dünyanın balkonundan evrene baktığımızda sadece element dağını ve oluşumlarını görebiliriz. Bence bu bir yansıma. Bu dünyaya doğmak ilk çekirdektir ve gerçek bir insana dönüşme ile evrenin noktadan noktaya genişlemesi arasındaki ilişkiyi anlıyorum. Bu uzantı. Bunun bir amaç değil, yerimize yakışır bir hizmet olduğunu ve tarih boyunca ileri medeniyetlere sahip insanlar anladığım doğa ile değil, kendimle döndüklerinde ortaya çıkabilecek bir sır olduğunu biliyoruz. 

Görüyorsunuz, kalıntılar ve oluşumları da insanlara hizmet etmek için var ama hala 

gibi isimler duyuyorum ve bana gördüklerimin çoğunu ve size vereceklerimi gösteriyorum. 

Dünya'nin hayatımı değiştiren ve Sezgi Kapısı'ndan geçer geçmez ilk çekirdeğe ulaşan ilk patlamasıydı. Bu yüzden ilk patlama evreni ve aşkı yarattı. Ebedi varlığı bağışla.

Ancak bu aşk, cinsel komplo etrafında dönen bir aşk değil, geleneksel zorlamadan dürtüsel üremeye doğru değişen, insan hayvanlığına faydalı bir aşktır. Her şey Tanrı'ya olan sevginize dayanır. Her şey bununla başladı ve bitti ve biz bu Dünya evreninin balkonunda keşfedebildiğimiz ilk çekirdekte doğduk, şimdi onu burada, Yükseliş'te bulabiliyoruz. Kendimizle ilgilenmeyi bırakmalıyız. Ve kesinlikle içimizde bir yerlerde. Bulduğumuzda etrafımızdaki her şey oradadır. Tüm savaşların, isyanların ve hatta yıkımların onun bağımsızlığı olmadığı ortaya çıktı. Ve bir kadını gerçekten sevdiğimi söylediğimde, olgunluğa ulaşacaksın, onun gözlerinde eskisinden daha derin duygular görebileceğin, sezgiye ulaşacaksın. farkında. arasında. Mükemmel ve ölümsüz olun. O zamandan beri, çok geç olmadan, bu dünyevi yolculuğun nihai hedefi olarak seni seviyorum ve sen de bizi seviyorsun. Rüya boşluğunda daha önce yakaladığım aşktan beni soyan cehaletim ve kafa karışıklığımdı. Yanılıyorsam aşkının beni korkutmasına izin verme.

Dünya

Dünya... Evimiz, ile alakalı ne kadar şey biliyoruz acaba? 4.5 küsur milyar yaşlarında olduğu iddia ediliyor. Hepimiz okulda gördük bu tarz şeyleri dünyanın eskiden düz olduğuna inanmış olduğu sonradan bilim ve teknoloji yardımıyla yuvarlak bulunduğunu daha şu demek oluyor ki geoid bulunduğunun anlaşıldığını öğrettiler. Bir boşluk olan uzayda güneş denilen bir yıldızın çevresinde döndüğünü söylediler. Biz de inandık. koskoca bilim adamları dedik bu tarz şeyleri söylüyorlarsa bir bildikleri vardır dedik. O kadar uydu fırlattılar,  füze fırlattılar, insan fırlattılar basit mı bu işler dedik, dedik de dedik ... Dedik fakat biri de ya bunlar o şekildeki değilse  demedi. Ya tamamı yalansa. Bunları niçin mi söylüyorum. Çünkü son zamanda olan vakalar beni şüpheye götürdü. Hani bileniniz var mı bilmem fakat şu simpsonlar çizgi dizisi vardır ya hani üstünde birçok komplo teorisi atılan, geleceği güya tahmin eden çizgi diziyi izleyince bende şüphelenmeye başladım. Son zamanlarda ‘da dünyanın düz olduğu mevzusunda da birçok video ortaya atılmaya başlandı, corona virüsü, çekirge istilası vb. Olağandışı vakalar üst üste binince insan talep eder istemez şüpheye düşüyor acaba bunlar harbiden geleceği tasarlıyorlar mı ? Yoksa bunların tamamı koca birer saçmalıktan mı ibaret. Açıkçası ben bu olanlardan hiçbir şey anlamadım. Mesela corona bir proje diyenlerin iddiaları hayata dair umutlarımızı tüketiyor. Kendi kendinize diyorsunuz ki bu kadar etken virüs yapmış olup kontrollü bir halde istenilen yerlere sıçratabiliyorlarsa bizler bu adamlara iyi mi karşı çıkabiliriz ki. Bu sefer dünyanın düz bulunduğunu korumak için çaba sarfeden kesim bu üst akılın bir planıdır, güzel günler göreceğiz, türkiye merkez seçildi, paracı sistem çökecek, sınırlar kalkacak ve dünya barışı sağlanacak benzer biçimde insanı umutlandıran bununla beraber böylesi bir gücün kuklası konumunda bulunduğunun farkına vardıran ve bunun kabullenilmez bir şey bulunduğunu bile bile özetleyen bu kesim de onlara mı çalışıyor dedirtiyor  Yani bir kişiyi yada bir ideolojiyi övdüğünüzde ya o ideolojinin bir parçasısiniz yahut ona hizmet edip karşılığında çıkar kovaliyorsunuz. bundan dolayı hepimiz sever yaşamı,giyimi,kuşamı muhabbetle bakar sever ne olursa olsun ihtişamı...Kimisi de elindekine şükretmek yerine varlıktadır gözü bir türlü doymak bilmez.Sağlığını sıhhatini farketmez. Ana,baba bilmez kardeş bilmez var ise yoksa çıkar düşünür kadir değer bilmez. Malı mülkü üstünden alsanız;içi boş bir adamla karşılaşacağınız kesindir.Eşi de dostu da arkadaşı da ona gore olur böylelerinin. Menfaatlerine gore kurmuş oldukları dünyada kalıcı ilişkileri de olmaz. Çıkarların bittiği noktada;cenazesini kaldıracak dördüncü şahıs bile bulunmaz.Kime neye kıymet veriyorsa bu dünyada karşılığını ona gore alacaktır insanoğlu..Mal mülk için makam ve mevkii için insanların üstüne basıp bir bölgelere gelebilirsin fakat oradan düşmen oldukca sert ve acı verici olur.Aynı zamanda hafızada kalıcı bir etkisi olur... Yaradanı unutmadan;insanı kırmadan canlıyı incitmeden yaşayıp, eli bol ve gönlü aleni tamamlanacak yaşam en şerefli hayattır. Hayat size hüzzam makamı bile olsa;sizi siz eden değerlerden doğrusu insanlığımızdan dünya malı için vazgeçmemeliyiz... Her iki durumda da yeniden aklım karışıyor bizler kime inanacağız fakat afaki inanırım ki gün gelecek kalem susacak dil konuşamayacak herşey hepimiz susacak.Gözleriniz konuşacak ancak bir yutkunmak ile bir hıçkırık kalacak . ölümden bahsediyorum. boyle bir şeydir işte ölüm. alır sevdiklerinizi izin almadan,vakitsiz,rötarsız. koskoca yaşatın aniden kayboluverir. müzik çalmaz gülmeye kalksan gülemezsin. sen gidersin ve her şey boş gelir geride kalana. biliriz onun varlığını, ansızın gelebilme huyunu fakat bilmez benzer biçimde yaşarız. yüzleşirsek bile yeniden devam edeeiz yaşantımıza. Ölenle ölünmez derler ve seni orda bırakıp giderler. bundan dolayı bu oyun tek kişilik. seyirciler de bir an ilkin bitse de gitsek diye can atarlar sanki gidecek yer varmışçasına. olen için yssananlar siyah beyaz bir filmdir artık. geride kalanlarsa renkli yayına geçmek için sabırsızlanırlar. ekibin fazlalığına bakmazlar,yanında ne getirip ne götürdüğüne bakarlar. özetlemek gerekirse söylemek gerekirse geldin,yaşadın ve göçtün bu dünyadan, 

Bugün

Şöyle derinlemesine düşünün bir. Bugünde mi yaşıyorsunuz yoksa   Pişmanlıklarla dolu geçmişinizde kapana mı  kısılmış durumdasınız?  ...